Tesettür (kapah giyinme)
Tarih kitaplarının bildirdiklerine göre Arap kadınları, İslâm’dan önce pek örtünmüyorlardı. En kutsal ibadet sayılan Kabe ziyaretlerini bile çıplak yapıyorlardı (78).Müslüman kadınların örtünmelerine ilişkin ilk emir Hicret’in beşinci yılında Ahzab Sûresi’yle geldi. “Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle, üzerlerine örtülerini alsınlar” (79) şeklindeydi. Daha sonra gelen ayetler şu hususlara da dikkat çekiyordu: “Mümin kadınlara söyle! Bakışlarım indirsinler, iffetlerini korusunlar, zinet (güzellik)lerinin kendiliğinden görünen kısımlarından fazlasını göstermesinler, başörtülerini yaka (gerdanlarını da örtecek şekilde koysunlar” (80) ve yaşlamp evlerinde “oturan ve artık evlenme ümidi kalmamış» olan kadınların, zinetlerini teşhir etmeksizin, üst elbiselerini çıkarmalarında bir sakınca yoktur. Yine de iffetli olmaları, kendileri için hayırlıdır” (81)
Bir gün Peygamber’in huzuruna baldızı Esma geldi, üzerinde çok ince kumaştan bir elbise vardı. Peygamber ona “Esma, bulûğ çağma gelmiş bir kızın yüzü ile iki eli dışında bedeninin görünmesi doğru değildir” (82) dedi.
Bu konudaki ayet ve hadislerden anlaşılan şudur ki, önemli olan usulünce giyinmektir. Elbisenin adı ve modeli sözkonusu değildir. Ancak teni gösterecek kadar ince, vücut hatlarını belli edecek kadar dar elbiselerden sakınmak gerekir (83).
İslâm’ın örtünme ile ilgili emirleri yalnızca fuhuş ve zinayı önlemek gibi tek taraflı bir maksada yönelik değildir. Kadının iffet ve itibarım, hatta kadınlığını korumaya da yöneliktir. Açık saçık kıyafetler kadına daha dişi görünüm kazandırabilir, ama hiçbir zaman ciddî bir kıyafet kadar ona erkek nazarında saygınlık kazandıramaz. Nitekim İslâm, cariyeleri, hür kadınlar gibi giyinmeye, mecbur etmemiştir. Tesettür emri, özellikle toplumda saygınlığı olan hür kadınlar içindir. Aslında kadının saygı telkin eden yam tek başına kıyafeti de değildir. Zaten ayette de tesettür ciddî ve ağırbaşlı davranışlarla birlikte bir bütün olarak ele alınmıştır. Bu konuda herhangi bir dinî emir olmadığı halde, Batı toplumlarında da yakın zamanlara kadar hakim telakki böyleydi. Batı’da, kadın vücudunun teşhiri ve reklamlarda kullanılması, büyük sanayi sonrasında ortaya çıkmış yeni bir hadisedir. Basın ve sinema, kadın vücudunu sermaye olarak kullanmaktadır. Batı dünyası kadına pek çok haklar sağlamıştır, ama sağlanan haklar kadar, belki daha fazlasıyla itibar da kaybettirmiştir.
islâm ülkelerinde kadın, Batı’daki hemcinsleri kadar itibar kaybetmemişse, bunu İslâmî telakkilere borçludur. Halen toplumu ayakta tutan kuvvet İslâm’ın kurduğu ailedir.
İslâm hukukunda teaddüdü zevcat (birden fazla kadınla evlenme) konusu, üzerinde spekülasyon yapılan bir konudur. Oysa İslâm hukuku bunu emretmez ve buna kimseyi mecbur tutmaz. Birinci kadın, daha önce de belirttiğimiz gibi, eğer isterse kocasının ikinci bir kadınla evlenmesine razı olmayabilir ve buna hakkı vardır. Sonraki kadın da bile bile evli bir adamın ikinci karısı olmayı kabul etmeyebilir. Ama her iki kadın da ortak birer zevce olmayı kabul eder ve buna razı olurlarsa, o zaman hukuku suçlamaya gerek kalmaz.
İslâm hukukunun kadın haklarına ilişkin kuralları, toplumda büKin İslâm tarihi boyunca eksiksiz uygulanmış ve hiçbir surette kadınlar mağdur edilmemiş denemez. Bu mağduriyetin, başlık parası, kızı istemediği birine zorla verme şeklinde adetlerde yer yer hâlâ devam etmekte olduğuda bir gerçektir. Ancak bu gibi şeyler, islâm’ın da tasvip etmediği, fakat buna rağmen sürüp gelen adetlerdir.
İslâmiyet kadına, miras, mal, mülk edinme, evlenme ve boşanma, iş ve meslek sahibi olma gibi hususlarla birlikte daha pek çok konuda, daha önce hiçbir dinde ve hukuk sisteminde görülmeyen birtakım haklar sağlamıştır. Onun tam ve mükemmel kişiliğini kabul etmiştir. Bu yeterli midir? Yani Muhammed İkbal’in de dediği gibi, “Hareketli ve durmadan genişleyen bir hayatın gittikçe artan karışıklıkları, yeni yeni noktayı nazarlar husule getirecektir ve bu durumların zuhuru muhakkaktır.İslâm hukuku, inkişaf ve tekâmüle müsait midir? sualine cevap vermek gerekir. Cevap müspettir ve elbette müsaittir”. Yeter ki, İslâm hukukçuları meseleye dogmatik bir kafa yerine, ayet ve hadislerin özünden hareket ederek ışık tutmayı bilsinler.
Biz konuya Hz.Peygamber’in (S.A.V.) Veda Haccı’ndaki büyük nutkundan aldığımız şu veciz sözleriyle son verelim:
“Ey insanlar! Kadınlarınızın sizin üzerinizde hakları, sizin de onlar üzerinde haklarınız vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız, sizden başka kimseyi yatağınıza almamaları, sizin izniniz olmadan istemediğiniz birini evinize almamaları ve çirkin hareketlerden kaçınmalarıdır… Onlar size itaat ettikçe, onların yiyecek, giyeceklerini temin etmeniz si-zin vazifenizdir. Ve kadınlarınıza en iyi şekilde davranınız. Onlar sizin yardımcılarınızda.Onları siz Allah’ın bir emaneti olarak aldınız ve Allah’ın adı ile onlar size helâl edilmiştir. O halde onların haklarına riayet konusunda Allah’tan korkunuz, onlara çok iyi davranınız.”