İslâm’a Göre Kadın
İslâm’a göre kadın derken, onun anne olarak, eş (zevce) olarak ve kız evlat olarak sahip bulunduğu hakları, görev ve sorumlulukları akla gelir.
Anne olarak, kadın bütün toplumlarda, özellikle kendi çocuklarından az çok saygı görmüştür. Ancak İslâm’dan önceki devirlerde ana hatlarıyla gördüğümüz Ataerkil aile sistemlerinde, babanın gördüğü saygı ve itibarı yanında onun gördüğü hiçbir şey değildir. İslâm, itidal ve denge dinidir, annenin durumunda gerekli düzeltmeyi yaparken, bananın haklarından alıp anneye vermiş değildir. Yani babanın durumunu alçaltmak ve onu anne düzeyine indirmek şeklinde bir yola başvurmamıştır. Aksine anneyi baba düzeyine çıkartmak suretiyle eşitlik sağlama yoluna gitmiştir. İslâm babayı alçaltmak yerine anneyi yükseltmiştir.
Kur’ân ana ile baba arasında fark gözetmeden, ikisinden birlikte söz eder ve buyurur ki, “Rabbin şöyle hükmetti, kendisinden başkasına tapmayın. Ana-babaya iyilik edin. Onlardan biri veya her ikisi birden yaşlanır, yanında kalırlarsa sakın onları azarlama. Onlara “Öf” bile deme. Onlara karşı daima tatlı dilli ol!” (42),
Kur’ân, “valideyn” tabirini kullanır.Bu kelime iki baba, yani ana ile baba demektir. Ana ile babanın böyle tek kelimeyle ifade edilmesi, babanın tanrı gibi tapıldığı ve anadan apayrı birtakım haklara sahip olduğu Araplar için oldukça manidardır. Kutlan, çocuklar üzerindeki ana-baba hakkından söz ederken, “Biz insanoğluna, ana-babasına iyilik ve itaat etmesini emrettik. Anası, kendisini, sıkıntı üstüne sıkıntı çekerek taşımıştır. Üstelik sütten ayrılması da iki yıl sürmüştür. Bana ve ana-babana şükretmeksin. Bana döneceksin!” (43).
Görüldüğü gibi, ana-baba saygısına gerekçe olarak yalnızca anamn çektiği sıkıntılar gösteriliyor. Onun bu saygıya fazlasıyla hak kazanmış olduğu belirtiliyor.
Hz. Peygamber’e, Allah’a ibadetten sonra en hayırlı işin hangisi olduğu sorulduğunda “Ana-babaya hizmettir” (44) buyurdu. Ve asırlarca anayı ihmal edenlere hitaben “cennet annelerin ayakları altındadır” (45) dedi.
Zevce (eş) olarak kadının durumunu aydınlatırken, Kur’ân, Allah’ın Öteki canlıları yarattığı gibi, insanları da erkekli dişili (46) ve çift yarattığım hatırlatır. Bunu her vesileyle sık sık tekrar eder. Sırası geldikçe temas edilen ahlâkî öğütlerin yanında, Kur’ân’da büyük bir bölümün (Nisa Sûresi) kadın haklan konusuna ve kadının durumunda yapılması gereken reformlara ayrılmış olduğu görülür. Bu sûrenin ilk âyeti “Ey insanlar. Sizi bir tek candan, ondanda eşini yaratan, iksinden de bunca erkek ve dişiyi meydana getiren Rabbınızdan korkun. Allah’a karşı gelmekten ve başkalarına and içerek konuştuğunuz yakınlarınızı incitmekten sakının. İyi bilin ki, Allah sizi denetleyip durmaktadır” (47) şeklindedir. Bu âyet, ilk yaratılış olayındaki maddî ve biyolojik gerçeği açıklıyor gibi görünüyorsa da daha ziyade karı-koca olarak kadınla erkeğin birbirine ne kadar muhtaç yaratılmış olduğuna ışık tutmaktadır. Çünkü Kur’ân ferdi kendi kendine yeterli görmez. Gerçekten de insan cinsinin devamı sözkonusu olunca, kişi hayatın gayesi olamaz. Ayrıca “onlar (kadınlar) size elbise, siz onlara elbisesiniz” (48) buyurulur. Nikâhlı karılarını, ayaklarına giydikleri pabuçtan farksız gören ve istedikeri zaman çıkarıp atabilen Araplara bu âyetler önemli mesajlar iletir.
İslâmiyet, kadım erkeğin ne aynı, ne de zıddı sayar. Onu ne erkek gibi olmaya ve erkekle yarışmaya zorlar, ne de birtakım haklarım elde etmek için erkeğe karşı savaş açmaya teşvik eder, Allah’ın hayat ve canlılar için koyduğu tabiî düzen ne ise sadece ona uymaya ve onun icaplarını yerine getirmeye çağırır. Kadın veya erkek, herkesin kendi cinsiyeti istikametinde gelişmesini ve öz kişiliğini bulmasını ister. Kadınların erkekleşmesine ve erkeklerin kadınlaşmasına yol açacak bütün yaşayış ve davranış biçimlerini yasaklar. Pek çok konuda son derece yumuşak olan Hz. Peygamber’in bu konuda “kadına benzemeye çalışan erkeğe de, erkeğe benzemeye çalışan kadına da Allah lanet eylesin” (49) diyerek sert bir dil kullandığı görülür.
Bazen tatlı bir ses, hafif bir gülümseme veya öteki çekici jestler inşam etkileyebilir. Oysa gerçek bir evlilik için bunların hiçbiri yeterli değildir. Peygamber bu hususta pek hakimane bir öğüt vermektedir: “Yalnız güzellik için evlenme, belki bu senin için bir alçalma sebebi olabilir. Yalnız zenginlik için de evlenme, bu da senin için bir boyun eğme sebebi olabilir. Daha çok dindarlık için evlen” (50) demektedir. Yine o, “En mükemmel mümin, en mükemmel karaktere sahip olan kimsedir. Karakter sahibi insan eşine karşı nazik davranır” (51) buyurur. Bir başka vesile ile de şöyle demiştir: “Dünya fanidir, ondan sağlanan fayda da geçicidir. Dünya nimetleri içinde iyi bir zevceden daha değerlisi yoktur” (52).
Görevlerini dinî bir inanç ve sorumlulukla yerine getiren ve birbirlerine karşı nazik davranan eşler arasındaki sevgi bağları gittikçe kuvvetlenir.
Son yıllarda Batı toplumlarında yapılan bazı anket sonuçlarının da ortaya çıkardığı gibi, birbirlerine ihanet eden karı-kocalar, eşlerinde aradıkları ruhî yakınlığı ve ilgiyi bulamadıkları için bu yola başvurduklarım söylüyorlar. Bertrand Russel, “Medenî insanlar, aşksız cinsel içgüdülerini tam olarak tatmin edemezler. Mutlu ve karşılıklı bir aşkın derin samimiyetini ve sıcak yakınlığım duymayanlar, hayatın verebileceği en büyük şeyi kaçırmışlar demektir” (53) diyor. Evliliğin sürekli olmasını sağlayan yegane manevî kuvvetin aşk olduğunu, ne ekonomik dayanışmanın, ne cinsî tatmin ihtiyacının, hiçbirinin böyle bir ruhî tatminin yerini tutamayacağını söylüyor.
Kız evlat olarak, kadının İslâm’daki yeri, Kur’ân-ı Kerîm’in, daha önce de gördüğümüz şekilde Cahiliyye Devri Araplarmın, müşrik âdetlerini ve kız çocuklarına karsı sürdürdükleri acımasız tutumlarım şiddetle kınayan tavrından da kolayca anlaşılabilir.
Müşrik Araplar, meleklere “Allah’ın kızları” derler ve öyle inanırlardı. Onların nasıl bir çelişki içinde olduklarım açıklamak üzere Kur “ân, “Onlar Allah’a kız evlatlar yatıştırıyorlar. O bundan münezzehtir. Kendilerinin arzu ettikleri de bu değüdir” (54) buyuruyor. Âyette demek isteniyor ki, melekler Allah’ın kızları ise ve kız evlatların değeri bu kadar yüce ise siz neden kız istemiyorsunuz ve onlara değer vermiyorsunuz?
Kur’ân’da “Nisa Sûresi”nden bir öncekı sûre olan “Âl-i İmran” Sûresi, kadın haklan konusuna giriş niteliğindedir. Bu sûre kız evlatların durumunu Meryem örneği ile açıklığa kavuşturmayı hedef tutar ve şu ügi çekici olayı anlatır:
Hz. İsa’mn anneannesi (İmran’m zevcesi), Allah’tan bir evlat istemekte ve onu Allah yoluna adak yapmaktadır. Aslında istediği erkek evlattır, fakat kadın kız evlat dünyaya getirir. Buna rağmen yine de Allah’a verdiği sözü (adağını) yerine getirmek ister. Durumu din adamlarına arzeder. O güne kadar kız çocuklarının din hizmetleri için yetiştirilmesi geleneği olmadığından, onlar önce tereddüt ederler. Uzun tartışmalardan sonra bu kız çocuğunun adanmış olduğu şekilde eğitilmesi gerektiğine karar verirler. Çekilen kur’a sonucu çocuğun bakım ve eğitimi Zekeriyya Peygamber’e verilir. Yine Kur’&n’m ifadesine göre, kız güzel bir fidan gibi gelişir, vücut güzelliğinin yanında ahlâk ve terbiyesi ile de temayüz eder. Bir gün melekler ona “Ey Meryem! Allah seni seçti de yarattı, kusurlardan ayıplardan temiz tuttu ve seni dünya kadınlarına üstün seçti” (55) derler ve bir oğlu olacağım, onun da peygamber olacağını müjdelerler.
O, “bana erkek eli değmiş değildir, bu iş nasıl olabilir ki?” deyince, melekler, “öyle de olsa Allah dilediğini yaratır. Yeter ki bir şeyin olmasını istesin, “ol!” deyince hemen oluverir” (56) derler. Başka bir âyette, “Biz, onu ve oğlunu âlemlere âyet yaptık” (57) denir ve Kur’ân’da Hz. İsa hep “Meryem oğlu'”‘* şeklinde anılır.
Bu tarz beyanlarla Kur’ân, yalnızca Hz. İsa’mn ilâhhğı hakkındaki Hıristiyan inancını düzeltmekle kalmaz, aynı zamanda birini annesinin adıyla anmayı ona en büyük hakaret sayan Araplardaki yanlış zihniyeti düzeltmeyi hedef tutar. Babanın ilâhlaştırüan otoritesine karşılık, Meryem örneği ile kadınlığa itibar kazandırır. Kadm haklarında ve kız çocuklarının durumunda öngörülen İslamî devrim için Meryem sembolü ile tarihten çok geçerli ve kabule şayan bir örnek seçilmiş olur.
Bilindiği gibi Peygamber Efendimizin soyu kız evladı Fatıma ve onun çocukları ile devam etmiştir. Kevser Sûresi ile de işaret edilen bu hikmetli oluş, soyun devamı konusunda kız evlat ile erkek evlat arasında fark bulunmadığım ortaya koyar. Hatta bu vesile ile şunu da hatırlatmak yerinde olur ki, modern tıp, genler vasıtasıyla nesilden nesile devam eden irsiyet unsur ve özelliklerinin daha çok kız evlatlar ile taşınmakta olduğunu savunur.
Hz. Peygamber, kız çocukları için çekilen zahmetlerin ana-babayı ateşten koruyacağım, üç kızı olup da onları iyi yetiştiren ana-babanın Cennet’e gireceğini (58) müjdeleyen, onları uğur ve bereket sayan güzel sözleriyle Cahiliyye devrinin yanlış zihniyetini düzeltmiştir.