Hıristiyanlıkta Kadın
İlk balasta Hıristiyanlık, Ataerkil aile sisteminde babanın otoritesini kırmak ve horlanan kadınlığın durumunda düzeltme yapmak üzere gelmiş bir din görünümündedir. Hz. İsa’nın babasız dünyaya gelmiş ve annesi Meryem’in, bakirelik iffet ve safiyeti adına sembol seçilmiş olması bu intibaı vermektedir. Gerçekten de olay, din sosyolojisi açısından önemlidir. Zira aile hayatı da dahil, bütün sosyal kurumlarıyla toplumun din tarafından organize edildiği ve dinin hemen hemen her şey demek olduğu o çağda, böyle bir mucizeye şiddetle ihtiyaç vardı. Ancak ne var ki, Hıristiyan din adamları işin bu tarafıyla, yani babanın tanrıya eş otoritesine son vermek ve anaya gerçek değerini kazandırmak şeklindeki hedefiyle hiç ilgilenmediler. Konuyu tamamen ters yönde hep İsa ile annesini kutsallaştırma yönünde işlediler. Kendi dinlerinin öngördüğü hedeflere uygun bir aile hukuku ortaya koyacak yerde, Yahudilikteki ve Roma’daki hazır adetlere ve telakkilere saplanıp kaldılar.
Vakıa Hz. İsa hiç evlenmemiştir. Bundan dolayı bir Hıristiyan ailesinin nasıl olacağı veya olması gerektiği hususunda rol gösterici bir örnek durumu olmamıştı. Şüphesiz bu da Hıristiyan din adamlarının kadın ve aile konusunda nasıl bir tutum izleyeceklerini bilmelerini zorlaştıran sebeplerden biriydi.
İlk devir din adamları Roma’daki yaygın fuhuş karşısında dehşete düşmüşlerdi. Bütün bu kötülüklerin kadın yüzünden meydana geldiğine hükmettiler. Zamanla papazlar, kadının pislik olduğunu, onun güzelliğinden sakınmak gerektiğini, fitre ve gurur için İblis’in silâhı olduğunu (30) söylemeye başladılar.
İşte Hıristiyanlıktaki ruhnabiyet (din adamlarının ellenmeme) ilkesi, Hz. İsa’ya benzeme gayreti ile kadın hakkındaki bu kanaatlerden kaynaklandı.
Fransa’da uzun yıllar “kadının ruh sahibi olup olmadığı” meselesi tartışıldı (31). Yine bazı Fransız şehirlerinde (586 yılı) kadın insandan sayılır mı, sayılmaz mı, konusu tartışıldı. Neticede kadının insan olduğu, ancak erkeğe hizmet için yaratıldığı kabul edildi (32). Büyük Fransız İhtilâli, artık insanlığın kölelikten kurtulduğunu ilân ve iddia ederken bile kadınları unutmuştu. Çünkü ihtilâli müteakip çıkarılan Medenî Kanun’da “Çocuk, deli ve kadın kısıtlıdır” şeklinde bir madde (33) bulunuyordu. Fransa’da kadının her konuda erkeğe eşit haklara kavuşması ancak (1938) yılında çıkarılan bir kanunla mümkün olmuştur.
İngiltere’de onaltmcı asrın ortalarına kadar kadın murdar sayıldığından kutsal kitaba el süremezdi. İngiltere’de kadınlar ancak VIII. Henri (1509-1547) zamanında İncil okumaya başlayabildiler. 1805 tarihine kadar da kadınlar vatandaş sayılmazlardı. Miras ve mülkiyet hakları da yoktu, hatta kendi kazançlarında bile tasarruf hakkına sahip değillerdi (34).