Aşkın Bilimsel Yapısı!
Aşkın fizyolojik gerçeği, bilindik romantik bir açıklamaya sahip değil. Bilim dünyası aşkın formülünü buldu, bileşenleri ise, adrenalin, serotonin, oksitosin ve feniletilamin!
Aslında Aşk, vücudun bir ihtiyacı. Her ne kadar bu reddedilse de, işin doğrusu böyle. Hayatı daha anlamlı kılan bu sihirli duygu, insanı hiç fark etmeden sarıp sarmalıyor. Kimi zaman kişiden birer dev çıkarıyor, yürüyüp gittiğinde korkak bir fareye dönüştürüyor.
İşin doğrusu, yani asırlar boyu bilinçaltımıza kodlanarak günümüze değin taşınan genetik mirasımız, türün devamlılığını sağlamak üzerine kurulu. Büyük filozof ve yazarlardan tutun da, bilim adamlarına kadar herkes aynı şeyi söylüyor. Yani hepimiz, üremek ve dünyadaki canlı sayısını devam ettirebilmek için kodlanmış durumdayız.
Aşkın var oluş sebebi tamamen üremeyi gerçekleştirebilmek amaçlı. Aslında ortada mum ve şaraplara, kalbin hızlı çarpmasına neden olacak bir durum yok yalnız, bir yanımız hala kalbin sesine kulak vererek davranıyor. Yoksa, ilk çağlardaki ilkel içgüdümüzle devam edersek, sadece sevişmeye göre kurgulanmış ilişkilerimiz olacaktı ve bizler özünde yalnız ve şefkatsiz, sanki robotlar gibi kurulmuş canlılar olarak bu zevklerden mahrum olacaktık. Gerçi son yirmi yılda gelinen noktaya bakarsak, elbette kadın-erkek ilişkisi bazında, bu anlatılanlar yaşanıyor.
Biyolojik ya da değil. Aslına bakıldığında aşkın her hali doğru. Aynı anda hem garip bir sevinç ve coşku yaşarken, diğer taraftan inanılmaz gergin ve korku dolu olabiliyoruz. Binlerce insanın arasından birisini seçiyoruz. O kişiyi ilk gördüğümüzde, beynimiz feniletilamin salgılıyor. Yani, aşk dediğimiz bir çeşit stres. Ancak pozitif bir stres olduğundan, insanın kalbinde heyecan, midesinde ise kelebek hareketleri oluşturuyor.
Aşık olduğumuzda, duygularımıza bir yanıt almak isteriz ve cevap beklediğimiz kişiye karşı aşırı derecede duyarlı ve hassas oluruz. Ayrıca tüm olumsuzlukları göz ardı ederek, pembe bulutlar üzerinde gezmek de, tamamen salgılanan enerjinin bir yere akmasını sağlamak için oluşuyor.
Kısaca söylemek gerekirse, bizim bir türlü inanmadığımız bir vücut sıvısının değişiminden başka bir durum değil. Ancak burada önemli olan şu, bütün herkes bu duygunun peşinde koşuyorsa, o zaman aşk, tüm bilimsel gerçekliğine rağmen, kalbin aradığı duygudur ve kimsenin inanamayacağı kadar gerçektir.