Kadının İş Hayatı
Meslek ve iş hayatı açısından da durum, hukuk açısındaki gibidir. Peygamber zamanı da dahil, İslâm tarihinin her devrinde Müslüman kadınların, kendilerine yakışan iş ve mesleklere intisap ettiği görülür. İlim ve meslek öğrenme kadın erkek bütün Müslümanlara eşit şekilde emir ve tavsiye edilir. İlim ve edebiyat dallarında, hatta din ilimlerinde isim yapmış kadın meşhurların sayısı oldukça fazladır (63).
Ayrıca hastabakıcılık, öğretmenlik, savaşta berberlik, aşçılık ve askerleri coşturmak için muganniydik (bugünkü anlamda askerî bandolarda görev) ve bazı geri hizmetlerin yanında icabettiği vakit erkeklerle birlikte düşmana karşı savaşmak kadının yaptığı işler arasındadır. Halife Hz. Ömer, başşehir Medine’de pazarı kontrol için bir kadım görevlendirmişti (64). Hicret’in ilk yıllarında Medine’nin kenar mahallelerinden bir kadına, Peygamber ihtiyaca binan, Kur’an öğretmesi ve namaz kıldırması için görev vermişti (65). İslâm hukukçuları, kadının, mahkemede hakimlik yapmasının mümkün olduğunu kabul ederler (66).
Kur’an, Süleyman Peygamber zamanında, kendi ülkesini çok iyi yöneten bir kadın hükümdardan (67) söz eder ki, bu gerektiğinde kadının devlet başkanlığı bile yapabileceğim ortaya koyar. Zaten Cemel Vak’ası”nda, Hz. Peygamberin eşi Hz. Ayşe’nin bir ordu kumandam, hattâ bir devlet başkanı gibi hareket ettiği görülür.
Miras konusu, bazı açıklamalara ihtiyaç göstermektedir. Bilindiği gibi, İslâm’dan önceki Araplarda kadının, babasının veya kocasının mirasına girmeye hakkı yoktu. İslâmiyet’in ilk yıllarında bu husus fazla dikkat çekmedi. Hicret’in üçüncü senesinde Medineli bir Müslüman Evs b. Sabit, geriye bir kadınla dört kız evlat bırakarak vefat etti. Evs’in amcaoğulları, onun bütün mallarına el koydular. Ölenin eşi. Peygamber’e gelerek durumu arzetti. Bu olay üzerine veraset kanununu ilân eden ayetler geldi (68). Bu kanuna göre erkeklerle birlikte muhtelif kadın akrabalar, bilhassa ana, zevce, kız evlat gibi yakınlar da mirasa girme hakkını elde ettiler.
İslâm hukuku, mirasın mümkün mertebe geniş bir çevreye intikalim hedef tutar. Kötü kaprisleri önlemek için mirasçıya vasiyetle mal bağışlamasını geçersiz sayar. “Varise vasiyyet olamaz” (69) hadisi, miras hakkı olana vasiyyetle verilmek istenen fazla payı yasaklar. Vasiyyet mirastan pay alma hakkı olmayanlar için geçerli sayılır. Bu da ancak bütün mirasın üçte birini geçmeyen miktarlar için muteberdir. Bütün bu gibi tedbirler, daha ziyade mirası erkek evlatlara bırakıp, kız çocuklarım mahrum etme meyillerine karşı alınmıştır.
Mirasta erkek evladın iki, kız evladın bir hisse alması, ilk bakışta eşitlik ve adalet ilkelerine aykırı gibi görünebilir. Oysa meseleye erkeğe ve kadına yüklenen malî ve hukukî sorumluluk açısından bakmak gerekir. Kız evlat, eğer bekar ise tek başına bir insandır, bakmaya mecbur olduğu kimse yoktur. Evli ise, zaten bütün ihtiyaçları kocasına aittir. Koca, ailenin reisi olarak, hem eşinin, hem de çocuklarının giyecek, yiyecek ve barınak gibi bütün ihtiyaçlarmdan tek başına sorumludur, onlara bakmak zorundadır. İslâm’da bakım mefhumu o kadar geniş tutulmuştur ki, kadın kendi çocuğunu emzirmek istemezse, koca onu mecbur edemez, çocuk için bir süt anne tutar.
Kadınla erkeğe mirasta eşit hak tanıyan Batı hukuk sistemlerinde, kadına aile bütçesine katkıda bulunmak, gerektiğinde kocasına veya çocuklarına nafaka ödemek şeklinde birtakım malî ve hukukî sorumluluklar yüklenmiştir.
İslâm’ın miras hukukunda mesele emek açısından da önem taşır. O günkü ekonomik düzende ve halen cari olan geleneklere göre, kız evlan gelin olup gider, fakat erkek evlat çoban, çiftçi veya esnaf olarak babasının işinde çalışır, onun mal ve mülkünün artmasına emeğiyle katkıda bulunur. Bu durumda, kız ve erkek evlada mirasta eşit hak tanımak erkeğin emeğini inkâr anlamı taşımaz mı? Bununla beraber tarlada fazla bir emek payı bulunmadığından olacak, kız ve erkeklere eşit miras hakkı uygulanmıştır.
Bu konunun ekonomik hayatla ilgili olan tarafı da vardır. Toplumda ekonomik hayatı canlı tutmak için aktif serveti, daha çok iş hayatında aktif rol oynayan erkek nüfus elinde bulundurmak, baba veya koca mirasından geçinen bir hazır yiyiciler kalabalığı yaratmamak ve onlar elinde serveti atıl hale gelmekten korumak gibi, tamamen ekonomik nitelikteki zaruretler ve hedefler de söz konusudur.
Aile içinde hiçbir malî yükü ve sorumluluğu olmayan kadına, erkekle eşit ekonomik imkân tanındığı takdirde, onun artık kendisini pek evlenmeye mecbur hissetmeyeceği de akla gelebilir ve doğrudur. Bu konuda daha başka sebepler de bulunabilir.
Görüldüğü gibi mesele tek yönlü değildir. Ancak, kadım ve kadın haklarım ayaklar altında çiğnenmekten kurtarmak için gelmiş olan bir dinin, miras konusundaki bu tutumuyla kadını mağdur etmek gibi bir hedefi olamayacağı kesindir.