Kadının Görevleri
Canlılar âleminde görüldüğü kadarıyla denebilir ki, tabiat, her iki cins arasında tam bir eşitliği değil, görev ve iş bölümü dolayısıyla birbirlerinin eksiğini tamamlamayı öngörmüştür. İslâm’da kadın, bazı yönleriyle erkeğe eşit ve denk sayılmış, bazı yönleriyle de aradaki farklar dikkate alınmıştır. Din, ahlâk ve hukuk açısından durum açıklık kazamnca, bu hak ve görevlerin neler olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Dinî bakımdan, kadının ilk görevi, erkekte olduğu gibi, başta Allah’ın birliği olmak üzere, imanın altı şartına inanmaktır. İnanç konusunda erkek ve kadm arasında tam bir eşitlik vardır. İslâmiyet ayrıca inanç hürriyetine de saygı gösterilmesini ister. Hiç kimseye, dinim değiştirmesi konusunda zor ve baskı kullanılmasına müsaade etmez. Bir Müslüman erkeğin gayr-i müslim kansı dinini muhafaza eder ve koca onu Müslüman olmaya zorlayamaz.
İslâm’ın beş temel ibadetinde de kadın erkek farkı yoktur. Ancak kadınlar, her ayın belli günlerinde kadınlık halleri dolayısıyla namazdan muaf tutulurlar. Camilerde cemaatle kılınması farz olan cuma namazına da katılmaya mecbur edilmezler. Ama isterlerse katılabilirler. Bayram ve vakit namazları da öyledir. Onların camiye gelmelerini yasaklayan hiçbir dinî emir yoktur. Aksine Hz. Peygamber zamanında kadınların da erkekler gibi, beş vakit namaz dolayısıyla camiye geldikleri ve kendilerine ayrılmış olan yerde Peygamberle birlikte ibadet ettikleri bilinmektedir.
Ramazan orucunda da kadınla erkek arasında fark yoktur. Ancak kadınlık dolayısıyla tutamadıkları oruçları, Ramazan’dan sonra gününe gün olarak tutarlar. Bu da onlara dinin sağladığı bir kolaylıktır.
Hac konusunda da yine kadınlık halleri dolayısıyla muaf sayıldıkları bazı merasimlerin dışında aynen erkekler gibi hac görevlerini yerine getirirler. Kadının nikâhlı kocasımn veya nikâh düşmeyecek bir yakının beraberliğinde hacca gitmesi mecburiyeti, haccın şartlarından değildir. Hacca uzak yerlerden gelecek kadınlar için yolculuğun şartlarmdandır. Bu da yolculuğun zahmetlerine karşı kadım himaye için düşünülmüş bir tedbirdir. Bununla beraber yol şartları bir kadının tek başına hacca gidebilmesine imkân veriyorsa, yalnız gitmesinde hiçbir sakmca yoktur. Zaten Malikî mezhebi, bu şartı gerekli görmemiştir.
Müslüman kadınların, zengin iseler, erkekler gibi zekât vermeleri lâzımdır. Zekât konusunda da kadın erkek aynımı yoktur. Ancak İmam Şafiî ve diğer iki mezhep (Malikî ve Hanbelî) bilginleri, kadının şahsî ziynet eşyasımn zekâttan muaf tutulması gerektiğini öne sürmüşlerdir. Bu görüşe katılanlara göre, İslâmiyet kadına süslenmeyi hak olarak tanıdığından, onun ziynet eşyasım da ana ihtiyaç maddesi saymaktadır. Hanefî mezhebi de kadının süslenmesini helâl saymıştır, fakat ziynet eşyasım ana ihtiyaç maddesi saymamış tır. Zira İslâmiyet, millî servetin tedavülünü aksatacak ölçüde lüks ve süs düşkünlüğünü tasvip etmez ve servetin sırf zenginler arasında dönüp dolaşan bir nimet olmasını istemez (59)
Dinî görevlerin yerine getirilmesinde olduğu gibi, dinî yasaklara uymak konusunda da kadınla erkek arasında bir fark yoktur. Erkeklere haram ve günah olan her şey kadınlara da haramdır.
Ahlâk açısmdan, İslâm’da kadınla erkek aym şekilde eşit sorumluluk taşır. Öteki pek çok din ve inançlarda olduğu gibi, İslâmiyet kadım, yeryüzündeki fitne ve fesadın, fuhuş ve kötülüğün yegane sebebi olarak görmez. Kötülüklerin bütün suç ve sorumluluklarını tek başına onun omuzlarına yükiemez. Çünkü İslâm, kötülüklerin bazı tezahürlerine ve dış yüzüne bakarak değerlendirme yapmaz, onun özüne inmek ve kaynağım bulmak ister.
Âdem ile Havva’nın Cennet’te işledikleri ilk suç konusuna Kur’ân’da da yer verilmiştir. Ancak olay Tevrat’ta olduğundan çok farklı bir üslûp özelliği ile anlatılmıştır. Tevrat’ta, yasak meyvayı kadının erkeğe yedirdiği yazılı olduğu halde (60), Kur’ân’da onu ikisinin birlikte yedikleri (61) ve bu suçu beraberce işledikleri ifade edilmiştir. Yani, Yahudi ve Hıristiyan düşüncesinde kabul edildiği gibi, kadım suçlu, erkeği de mazur göstermeye gerek olmadığı ortaya konmuştur.
Bütün dinler, daha geniş anlamıyla bütün ahlâk sistemleri, fuhuş ve zinanın suç, en azından çirkin birşey olduğu görüşünde birleşirler. Ancak İslâm dini, bu konuda daha ileri giderek, günaha girme yollarının azaltılmasını, teşvik ve tahrik edici sebeplerin önlenmesini ister. Bunun için, herkesin kendi ahlâk ve iradesini geliştirmesi gerektiği söylenebilir. Fakat gerçekte ve toplum hayatındaki uygulamada bunun kolay olmadığı ve ümit edilen sonucu vermediği görülür. Bazı zayıf iradeliler ve zayıf karakterliler için günah işleme imkân ve fırsatlarının azaltılması daha akıllıca bir tedbir olur.
İslâmiyet, kadın ve erkek ilişkilerine belli bir mesafe tayin etmek ihtiyacım duyarken, konuya daha çok ahlâk ve iffet açısından yaklaşım gösterir. Gerçi islâm’da kadınlara yasaklanmış olan hiçbir iş ve meslek yoktur. Ancak iş ve meslek faaliyetleri sırasındaki beraberliklerin iffetsizliğe ve ahlâksızlığa yol açacak boyutlara ulaşmasına karşıdır. Bu bakımdan, bir kadınla bir erkeğin kapalı bir yerde (halvet) olmalarına müsaade edilmemiştir.
İslâmiyet’in pek çok konuda itidal ve hoşgörüyü düstûr edinen esnek tutumuna rağmen ahlâk konusunda titiz davrandığı görülür. Onun, gerek Doğu ve gerek Batı blokunda görüldüğü üzere, bir kadının hakikatte ve tatbikatta faydalandığı hak ve hürriyetleri aynen kabul ve tasvip etmesi sözkonusu olamaz. Gerçekten de İslâmiyet, zamanımızdaki ahlâk anlayışlarından daha tutucu bir anlayışa sahiptir. Ancak bunun ailenin ve toplum ahlâkının zararına olduğu öne sürülemez.
Hukuk açısından: Eski toplumların pek çoğunda olduğu gibi, İslâm’dan Önceki Araplarda da kadına ayrı, erkeğe ayrı hukuk kuralları uygulanırdı. Araplar kadına önem vermezler, ona erkekle eşit haklar tanımazlardı. Bir erkek, bir kadına karşı suç işlerse, onu misilleme (kısas) uygulamazlardı.
İslâmiyet suç ve ceza konusundaki eşitsizliği ortadan kaldırdı. Kadının ister camna, ister mauna, isterse ırz ve şerefine karşı işlenmiş olsun, hepsi, erkeğe karşı işlenen suçlarla eşit duruma getirildi. Hattâ denebilir ki, bazı hallerde kadına daha ziyade önem verildi. Meselâ; İslâm hukukuna göre, eğer bir erkek, bir kadına zina suçu isnad eder de bunu mahkeme huzurunda isbat edemezse, sadece müfteri durumuna düşmekle kalmaz, aym cezaya (hadd-i kazfa) kendisi çarptırılır, ayrıca ömür boyu hiçbir konuda mahkemece şahitliği kabul edilmez.
Bilhassa başkalarına zarar vermenin kolay, çare bulmanın ve zararı telafi etmenin güç olduğu durumlarda böyle birtakım tedbirlere de başvurulur.
Kur’an, “Erkelerin çalışıp kazandıklarından kendilerine bir pay vardır. Kadınların da çalışıp kazandıklarından kendilerine bir pay vardır (62) buyurur.
Bu âyet kadın haklarına iki bakımdan ışık tutar. Biri kadınların da tıpkı erkekler gibi mal ve mülk edinmeye hakları olduğu, öbürü ise aym işte çalışan ve erkeğin verdiği randımanı veren kadının erkekle eşit ücret alması gerektiği hususudur.
İslâm hukukunda, kadının mal ve mülk edinmedeki tam ve mükemmel kisiliği kabul edilmiştir. Mülkiyet hakkı konusunda kadınla erkek arasında hiçbir fark yoktur. Kadın kendi malının mülkiyet hakkına da, tasarruf hakkına da sahiptir, onun malına, kocasının, babasının, kardeşlerinin veya herhangi bir kimsenin müdahale etmesine izin verilmemiştir. Miras yoluyla, hibe veya bağış yoluyla, veya kendi elinin emeğiyle kazandığı her mal, kendisine aittir. Malını da istediği gibi tasarruf etme hakkına sahiptir.