Böbrek Tümörleri
Vücutta gelişen tümörlerin yüzde 3-5′i böbrek tümörleridir. Böbrekte gelişen bazı tümör tiplerinin başka organlarda görülmemesi ve kendilerine Özgü belirtiler vermesi dikkat çekicidir.
Böbrekte bu organın kendi dokusundan kaynaklanan tümörün dışında, başka organlarda gelişen tümörlerden sıçrayarak metastaz yapan, yani ikincil kanser odağı oluşturan tümörler görülür. Başta meme, akciğer ve mide olmak üzere bütün kötü huylu tümörlerin yaklaşık yüzde 8′i böbreklere sıçrar.
Böbrek tümörlerinin yüzde 90′dan fazlası karsinomdur. Yaygın olarak böbrek kanseri olarak bilinen böbrek karsinomlan, böbrek dokusundan gelişen tümörlerdir. Bağ ya da destek dokularının kötü huylu tümörleri olan sarkomlar ise çok daha az görülür. Bunlar liposarkom (yağdoku kanseri), ‘eiomiyosarkom (düz kas kanseri), rab-domiyosarkom (çizgili kas kanseri), anjiyosarkom (damar kanseri), fibro-sarkomdur (lifsi bağdokunun kanseri). Nefroblastom olarak da bilinen Wilms tümörü hemen hemen yalnız çocuklarda ortaya çıkar. Kentlerde kırsal kesimden daha sık rastlanan böbrek tümörleri, erkeklerde kadınlardan Üç kez daha çok görülür. Görülme sıklığı yaş ile artarak 60 yaş dolayında en yüksek noktaya ulaşır,
NEDENLERİ
İnsanlarda nedeni bilinmemekle birlikte içerdiği dimetilnitrozamin nedeniyle sigara, fenasetin, kurşun ve kadmiyum gibi etkenlerin tümöre yol açtığı yolunda güçlü kanıtlar vardır. Hayvanlarda böbrek karsinomları virüs, aromatik hidrokarbonlar ve östrojenler kullanılarak oluşturulabilmektedir. Bir çeşit kemirici olan keseğenlere dietilstilbestrol denen bireşimsel östrojen verildiğinde tümör oluşması, bu tümörlerin hormonlarla ilgili olabileceğini düşündürmektedir. Şimdiye değin yalnızca hayvanlar üstünde yapılan deneylerde gösterilen bu bağlantı, henüz insandaki tümör oluşumunu açıklayacak kesinlikte değildir.
Böbrek tümörlerinde görülen ilginç bir özellik tümör sıçramalarının çok ender de olsa, tümörlü böbrek çıkarıldıktan sonra kendiliğinden gerileyebilmesidir.
BELİRTİLERİ
Böbrek tümörleri genellikle erken belirti vermez. Tümörün başka bir amaçla yapılan cerrahi girişim sırasında rastlantısal olarak saptandığı durumlar hiç de az değildir. İdrarda kan (hematüri), ağrı ve ele gelen kütleden oluşan tanıya götürücü klasik belirti üçlüsü genellikle tümörün geç metastaz evresinde görülür.
Tümörün başlıca yerel ve genel etkilere bağlı belirtileri aşağıda sıralanmıştır:
• Yerel: İdrarda kan (yüzde 57), ağrı (yüzde 45), ele gelen kütle (yüzde 32). Olguların yüzde 11′inde bu belirtilerin üçü bir arada bulunur.
• Genel: Kilo kaybı (yüzde 48), ateş (yüzde 15), kansızlık (yüzde 43), yüksek tansiyon (yüzde 15), akyuvar sayısının artması (yüzde 4), kanda kalsiyum düzeyinin artması (yüzde 4), kanda renin düzeyinin artması (yüzde 40). Olguların yaklaşık yüzde 7’sinde bu belirtilerin hiçbiri görülmez.
İNCELEMELER
İğneyle örnek parçanın alınması sırasında tümör çevre dokulara ve uzak organlara sıçrayabildiğinden yalnızca böbrekle sınırlı kalan tümörlere genellikle iğne biyopsisi uygulanmaz. Bu yöntem daha çok tümörün çevre doku ve uzak organlara sıçradığı olgularda kullanılır. İyi huylu böbrek kistlerinden aspirasyon (emme) iğnesiyle alınan örnekler yüzde 100 kesin tanı koyma olanağı sağlar. Karın röntgeni başlıca radyolojik incelemelerden biridir. Bu yöntemle böbreklerin yerini, boyutlarını, sınırlarını, varsa kalsiyum çökelme yerlerini ve taşlarını belirlemek olanaklıdır. Kütlesel lezyonlan ortaya çıkarmada ilk kullanılacak yöntem ürografidir. Kütlenin tümör mü yoksa kist mi olduğu ultrasonografiyle anlaşılabilir. Ultrasonografi sonucu kist olarak belirlenen kütleden iğneyle çekilen sıvıda hücre incelemesi yapılarak kiste ilişkin bilgi elde edilir. Kütlenin tümör yapısında olduğu durumlarda ise bazen böbreğe anjiyografi uygulanması gerekir.
Anjiyografi kan damarlarının kontrast madde yüklemesi yapılarak görüntülenmesi yöntemidir. Bu yöntemle küçük boyutlardaki böbrek karsinom-ları bile saptanabilir. Anjiyografi aynı zamanda tedavi programının belirlenmesi için gerekli bilgileri sağlar. Tümörün yeri ve sınırlarına ek olarak, kütlenin damar yapısı, tek ya da iki yanda bulunması ve toplardamarlara sıçrayıp sıçramadığı ortaya çıkar. Bilgisayarlı tomografi (kesit görüntüleme) tümör tanısında ayrıntılı, kesin ve geride belirsizlikler bırakmayan bir yöntem olarak büyük üstünlükler taşır. Bu yöntem aracılığıyla böbrek çevresindeki yapılara yayılma, yakın ya da uzak organlara sıçramalar belirlenebilir. Sintigrafi tümörün kemik ve karaciğere sıçradığı ileri evrelerde kullanılan bir tanı yöntemidir. Belirti vermeyen bir böbrek kütlesinin alet yardımıyla tanısında göz önünde tutulması gereken bazı noktalar aşağıda belirtilmiştir:
• Olguların yüzde 70′inde kütle iyi huylu böbrek kistleri, yalnız yüzde 5′inde kötü huylu tümörlerdir.
• Yapılacak kan tahlilleri arasında sedimantasyon ve kreatinin temizlenme hızı, hematokrit, üre, kalsiyum ve alkali fosfa-taz düzeylerinin belirlenmesi sayılabilir.
AYIRICI TANI
Başka birçok hastalık durumunun birlikte bulunması böbrek karsinomunda tanıyı zorlaştırır. Böbreğin dış ya da merkez bölgelerinde görülen tek kistler çoğu zaman karsinomla karıştırılır.
Ayırıcr tanıda anjiyografi, ürografı, ultrasonografi ve bilgisayarlı tomografi büyük önem taşır. Kist duvarında kalsiyum birikintilerinin bulunması tipik bir özelliktir ve kisti tümörden ayırmaya yardımcı olur. Körbağırsak tümörleri sağ böbrek tümörlerini taklit edebilir. Ama daha hareketli olmaları ve kontrast madde verilerek çekilen röntgende tipik bulgular vermesiyle böbrek tümörlerinden kolayca ayırt edilir.
Ekinokok larvalarının oluşturduğu içi sıvı dolu kesecikler (kist hidatik) la-boratuvar incelemeleriyle böbrek tümöründen ayrılır. Dalak büyümesi, dalakta birincil tümörler ve kötü huylu lenfom gibi dalak hastalıkları da böbrek tümö-rilyle kanşabileceğinden ayırıcı tanıda aöz önünde tutulmalıdır.
GİDİŞİ VE KOMPLİKASYONLAR
Tümör birçok yoldan çevreye yayılabilir. Böbrek kapsülünü aşarak doğrudan böbrek çevresi dokulara, böbreküstü bezlerine, pankreasa ve olguların yüzde 30′unda bağırsağa sıçrayabilir.
Lenf yoluyla yayılma önce böbrek Çukurunda, bel ve aort çevresindeki lenf düğümlerinde görülür. Buradan göğüs lenf kanalına ulaşan tümör hücreleri daha sonra boyun lenf düğümlerine sıçrar.
Lenf-kan yoluyla yayılma, göğüs lenf kanalına ulaşan tümör hücrelerinin buradan üst anatoplardamara ulaşmasıyla gerçekleşir. Kan yoluyla yayılma daha da önemlidir. Böbrek toplardamarını kaplayan tümör, alt anatoplardamara geçer. Ayrıca kan akış yönüne karşı ilerleyerek alt anatoplardamar ve böbrek toplardamarından omurga çevresindeki toplardamarlara sıçrayabilir. Burada kapı toplardamanyla (vena porta) oluşan bağlantılardan geçen tümör hücreleri metabolizma ürünlerini mide, bağırsak ve dalak gibi organlardan karaciğere taşıyan bu büyük toplardamar sistemine girer. Gene alt anatoplardamar yoluyla kalbin sağ kulakçığına, buradan da akciğerlere geçerek atardamar dolaşımına yayılır. Böbrek tümörlerinin birçok yayılma yolunun bulunması doğal olarak bu tümörlerin uzak organlara sıçrama olasılığını da yükseltmektedir. Yayılma ve sıçramadan etkilenen organlar sırasıyla lenf düğümleri ve akciğerler (yüzde 55), karaciğer (yüzde 33), kemikler (yüzde 32), böbreküstü bezleri (yüzde 19), Öbür böbrek (yüzde 11), beyin (yüzde 6), dalak (yüzde 5), kalınbağırsak (yüzde 4) ve deridir (yüzde 3). Tümörün en sık yol açtığı komplikasyonlar böbreğin çıkarılmasıyla gerileyen yüksek tansiyon, karaciğer toplardamanyla alt anatoplardamarın tıkanması ve sperma-tik kordon damarlarının ani genişlemesidir (akut varikosel). Varikosel sol spermatik toplardamarın tümörle kaplanmasına bağlı olarak gelişir. Bu tip varikosel hızla ilerlemesi ve hastanın oturma konumunu değiştirmesiyle kü-çülmemesi gibi özellikleriyle iyi huylu varikoselden ayrılır.
Hastaların üçte birinden fazlasında, uzak metastazlar (sıçrama) yapmış böbrek tümörü, bulunduğu yere göre değişen belirtiler verir. Bu belirtiler erken tam için önemli olmakla birlikte böbrek tümörlerinin yalnız yüzde 5′inde ilk klinik belirtiler metastazlardan kaynaklanır. Tanı konulan hastaların yaklaşık üçte birinde tümör çoktan yayılma yapmıştır. Tümör sıçramalarının en sık rastlanan klinik bulguları, tümörün yayılma yollan göz önünde tutularak kolayca önceden kestirilebilir. Ama özellikle akciğer, kemik ve beyne sıçrama durumu araştırılırken, organlann birincil tümörleriyle karşı laşma olasılığı gözden uzak
BEKLENEN GİDİŞİ ——(PROGNOZ)
Tümöre bağlı olarak böbreğin alındığı olgularda 10 yıllık yaşam beklentisi oranı yüzde 18-23 arasında değişmektedir. Bu kötü sonucun nedeni büyük ölçüde hastalığın sinsi ilerlemesinden kaynaklanır. Tümörün ilk belirtileri genellikle dikkat çekmez ve belli bir süre sonra, belki yıllar sonra tanı konduğunda, göz ardı edilen ilk şikâyetlerin tümöre bağlı olduğu anlaşılır. İlk belirtilerin ortaya çıkması ile tanı arasında ortalama iki yıl geçmektedir. Bu durumda tümör oldukça irileşerek ortalama 5-7 cm çapa ulaşmış, genellikle lenf düğümlerine sıçramış ve toplardamara yayılmıştır. Tanıdaki bu gecikme göz önüne alınırsa yukarda verilen oranlann
İncelemeler
Radyolojik inceleme yöntemlerinden ürografi böbreğin biçim bozukluğunu açığa çıkararak kesin tanı koymaya yardımcı olur. Bazen böbreğin işlevsel olarak devre dışı kaldığı durumlarda, ultra-sonografi daha kesin bilgi sağlar. Ayrıca atardamar filmiyle tümörün sınırları ve damarlanmasma ilişkin cerrahi nitelikte bilgi elde edilir. Bu yöntemle aynı zamanda karaciğere olası sıçramalar da ortaya çıkarılır. Anjiyografi, yani damarların kontrast madde verilerek gö-rüntülenmesiyle elde edilen bilgiler, bilgisayarlı tomografi (kesit görüntüleme) yöntemiyle de sağlanabilir.
Hastaya zarar vermeyen bir inceleme yöntemi olan ultrasonografi böbreğin işlevsel olarak devre dışı kaldığı olgularda kesin tanıya götürür. Ayrıca karaciğere sıçramalara ilişkin değerli bilgiler sağlar. Nefroblastomlu bir bebeğe klinik yaklaşımda, tümörün her iki böbrekte de bulunma olasılığı her zaman göz önünde tutulmalıdır. Bu nedenle yapılacak incelemelerde ya da tümörlü böbreğin çıkarılması sırasında, görece sağlam görünen böbreği de dikkatle kontrol etmek gerekir.
Laboratuvar incelemelerine gelince, hematokritin genellikle normal olduğu görülür. İdrarda bol kan bulunması kansızlığa yol açabilir. Alyuvar yapımını hızlandıran bir hormon olan eritropoie-tinin arttığı durumlarda kanda alyuvar sayısı yükselir (polisitemi). Böbrek işlevlerine ilişkin göstergeler genellikle normaldir. İdrar tahlilinde kan ve daha az sıklıkta protein görülür. Karaciğerin tümör sıçramasına bağlı olarak aşırı ölçüde çalışamaz duruma geldiği olgular dışında, karaciğer işlev testleri de genellikle normal sonuçlar verir. Bazı olgularda görülen laktik dehidrogenaz düzeyindeki artış tümör dokusunun öldüğüne işaret eder. Alyuvar sedimentas-yon hızı yüksek bulunabilir.
Tümörün Gidişi ve Komplikasyonlar
Böbrekte oluşan nefroblastom saptandığı sırada, tümör genellikle yalnızca bu organla sınırlıdır. Tümörün çevre dokulara sıçradığı durumlarda yayılma, lenf yoluyla böbrek çukuru lenf düğümlerine ve aortun bel bölgesi çevresinde bulunan lenf zincirine ulaşmıştır. Ender olarak göğse ve özellikle sol köprücük kemiği üstü lenf bezlerine sıçrama görülebilir. Nefroblastom başka organlara genellikle kan yoluyla yayılır. Tümör geliştikçe gerçekleşen bu sıçramalardan en çok akciğerler etkilenir; karaciğere sıçramalar da az değildir. Hastalarda böbrek çıkarıldıktan sonra da tümörün yinelediği olgular bildirilmiştir. Bu nedenle nefroblastom olgularında ameliyat sonrası düzenli tıbbi denetim büyük önem taşır.
Akciğer sıçramalafımn erken tanısı için düzenli akciğer röntgeni çekilerek hasta denetim altında tutulur. Daha seyrek olarak kemik ve beyne sıçramalar görülebilir. Bu durumlarda hastada görülen açık belirtiler genellikle tanı koymaya yeter. Tedaviden sonra tümörün yeniden ortaya çıkma olasılığı göz ardı edilmemesi gereken bir durumdur.
Tedavi
• Genel ilkeler- Böbreğin alınmasına yönelik cerrahi girişim tedavinin temelini oluşturur. Ameliyat sonrası uygulanan ışın tedavisi ve kemoterapi son zamanlarda tümörün tedavisinde olumlu sonuçlar vermiştir.
İkincil tümörün genellikle akciğer gibi tek bir odakta görüldüğü durumlarda bu odağın cerrahi girişimle çıkarılması yoluna gidilir. Bu yöntem özellikle ikincil tümör uzun bir süre sonra gelişmişse uygulanır. Söz konusu olgularda genellikle iyileşme sağlanır. Sıçramanın birden çok odak oluşturması hastalığın gidişini kötüleştirmekle birlikte kemoterapi ve ışın tedavisinin birlikte kullanılmasıyla hastanın daha uzun süre yaşatılması, ender olarak da iyileştirilmesi olanaklıdır.
• Yan etkiler- Böbreğin alınmasından sonra komplikasyon çok seyrek görülür. Bunlar karın cerrahisinin yol açtığı komplikasyonlara benzer. Ameliyat sonrası dönemde idrar yollarının iltihabına sık rastlanır. Bu nedenle ameliyattan sonraki birkaç ay boyunca düzenli biçimde idrar kültürü yapılarak, enfeksiyon olup olmadığı denetlenir.
Işın tedavisi, birkaç ay sonra bile mekanik bağırsak tıkanıklığı sendrom-lanna yol açabilir. Bu olgularda yeni bir cerrahi girişim gündeme gelir.
Tümörlü böbreğin çıkarılmasından sonra geride kalan böbrek olağan böbrek işlevlerini kolayca üstlenebilir. Karnın sağ yarısına ışın tedavisi uygulandığı durumlarda karaciğer büyük ölçüde etkilenir ve ışınlara bağlı karaciğer iltihaplanması gelişebilir. Bunun sonucunda karaciğer ve dalağın büyümesi, karaciğer işlevlerinin bozulması, trombosit sayısının azalması gibi belirtiler ortaya çıkar. Işınların etkisinde kalan karaciğer bölgeleri, karaciğer sintigrafisinde “soğuk alanlar” olarak görünür ve bu görüntü tümör sıçramasıyla karıştmla-bilir. Küçük bebeklerde karnın bütün bölgelerine ışın verildiği durumlarda ağır ishal görülebilir. Bu durumda tedavinin kesilmesi gerekir. Ayrıca süt ve tahıllarla alınan glüten, beslenmeden çıkarılmalıdır. Işın tedavisinin geç ortaya çıkan başka bir komplikasyonu olan skolyoz (omurganın yanlara doğru çarpıklığı), omurların da ışına tutulmasıyla önlenebilir. Işın tedavisi kanun yan kısımlarında küçülme ve göğüs kafesinde biçim bozukluklarına da yol açabilir. Sağlam böbreğin ışın aldığı olgularda seneler sonra da olsa ışına bağlı böbrek iltihabı (nefrit) gelişebilir.
Böbrek tümörleri vücutta oluşan bütün tümörlerin % 2’sini oluşturmaktadır. Ancak böbrek tümörlerinin % 9O’ı habis özelliktedir. Habis böbrek tümörlerinin % 85′i adenokarsinomdur. Böbrekte gelişen adenokarsinom, böbrek tüplerinin epitelinden kaynaklanmaktadır. Böbrek adenokarsinomunun diğer adları “Hipernefrom” ve “Gravritz tümörü” dür.
Böbrek adenokrasinomu genellikle 40 yaşından sonra ortaya çıkmaktadır. Erkeklerde, kadınlara oranla iki kat daha sık görülmektedir. Habis böbrek tümörleri, çoğunlukla kan yoluyla erkenden metastaz yapmaktadırlar (başka organlara sıçramaktadırlar). Metastaz en sık akciğerlere olmaktadır. Karaciğer, kemikler, beyin, diğer böbrek ve diğer organlara da metastazlar olabilmektedir. Kemiklere metastaz yapmış tümor, bulunduğu bölgede kemik erimesine yol açmaktadır.
Böbrekteki habis tümörlerin belirtileri hematüri, belde küt ağrı, böbrek bölgesinde şişlik ya da kitle hissi, anemi, halsizlik ve zayıflama biçimindedir. Hastalığın tedavisi cerrahidir. Habis böbrek tümörlerinin yaklaşık % 10′unu ise böbrek adenosarkomudur. Bu tümörün diğer adı ise “Wüms” tümörüdür. Wilms tümörü çocuklarda ilk 1-10 yaş arasında görülür. En sık ise 1-3 “yaşları arasında ortaya çıkmaktadır. Tümörün en özgün belirtisi ilgili bölgede şişliğe yol açmasıdır. Genellikle anneler çocuklarını yıkarken elleriyle tümörü hissederler ve bu nedenle çocuklarını doktora götürürler. Bazen de böbrek bölgesindeki şişlik dikkati çeker. Tedavi cerrahi olarak böbreğin çıkartılması ve ameliyat sonrası ışın tedavisidir.