Tiyatro ve Eros

Tiyatronun kökeninde karşıtlıkların karşılaşması yatar. Aynen dişiyle erkeğin karşılaşmasından yeni hayat doğduğu gibi, tiyatroda da tekil ile çoğulun karşılaşmasından (tekil oyuncu karşısında çoğul koro) diyalog ortaya çıkar, drama sanatı doğar. Diyalog, tiyatronun gerçek­liği biçimlendiriş yöntemidir. Cinsel eyle­min soyut ve simgesel düzeyde ifade bulduğu erotik unsurlar, işte bu diyalog gerekliliğinden ötürü tiyatro sanatıyla gerçeklik ilişkisinin özünde yatar.
eros
Tiyatro, tanrı Dionysos adına düzenle­nen dinsel nitelikli törenlerden kaynak­landı. Dionysos, yaşamın tüm gizemli yönlerini, ölüm dirim gibi karşıt ikilemleri simgeleyişinin yanısıra kırsal halk için bolluk, bereket ve iyi ürün sağlama gücüne sahip çok özel bir tanrıdır. Böyle olunca onun onuruna düzenlenen şenlikler bere­ket yakarması anlamını içerir ve kış sonu ile ilkbahar başlangıcını belirleyen Şubat Mart aylarında kutlanırlardı.

Yılın bu zamanı, topraktaki yaşam verici gücün kendini ilk göstermeye başladığı, ilk tomurcukların belirip ilk yeşil sapların kuru donmuş kış toprağı üzerinde boy gösterdiği bir dönemdir. Aynı zamanda sonbaharda fıçılanan taze şarabın ikinci kaynamasının sona erip içilebilir hale geldiği zamandır. Dolayısıyla Dionysos şarap ve sarhoşluğun da tanrısıdır. Bütün bu nedenlere bağlı olarak onun kutlandığı şenliklerde şarap, dans ve hatta bazı yörelerde toplu cinsel birleşme törenlerine yer verilirdi. Lenaia adıyla anılan Ocak ayı şenliklerinde heykel büyüklüğünde bir erkeklik organı (fallus), bolluk ve bereke­tin simgesi olarak geçit alayında sergilenir ve fallus övgüsü içeren ezgiler okunurdu. Tiyatro sanatının varlık gerekçesini borçlu olduğu bu tanrı, tam anlamıyla iki yüzlü bir tanrıydı. Hem coşku, sevinç ve dirimi, hem de ölümü ve acı çekmeyi içeren anlamlar taşırdı. En büyük tanrı Zeus’un ölümlü bir kadınla birleşmesinden peydah­lanıp anasının vakitsiz ölümüyle erken doğar ve bir süre babasının baldırı içinde büyür. Günü geldiğinde bu kez Zeus tarafından ikinci kez dünyaya getirilir.

Bundan ötürü “iki kez doğan” anlamına gelen “ditrambos” niteliğine hak kazanır. Dionysos onuruna düzenlenen ayinlerde söylenen şarkılara bu yüzden ditrambos adı verilmişti.
Batı tiyatrosunu başlatan olay, İ.Ö. altıncı yüzyılda Thespis adını taşıyan bir sanatçının Dionysos şenliğinde bir koro tarafından kutsal ayinde söylenen ditram­bos şarkısına yanıtlayıcı olarak tek bir sesi korodan* ayırmasıdır. Tekil sanatçının koronun karşısında yer alarak koronun ezgisini yanıtlamaya başlaması, ditrambos şarkısına bir başka canlılık kazandırır. Tören, daha öncekilere kıyasla başkalaşarak dramatik nitelik kazanır. Böylece koro ile tekil oyuncunun oluşturdukları diyalektik bütünlük, insanı kusursuz bir biçimde anlatan sanat dalı olan tiyatronun kökeninde yatar.

Thespis’in buluşu olan bu cevaplayıcıdan sonra, kısa sürede yeni biçim, tragedya adı altında erginliğe ulaşır. Tragedya, insanın tanrıyla karşılaşmasını konu ede­rek insanın tanrıya en yakın olan yanlarını anlatır. Fakat bu, insanın sadece tek bir yönüdür. Tragedyanın ardından gelişen ikinci bir tür olan komedya ise gerçekliğin öteki yüzünü sergilercesine insanın tensel ve hayvansal yanları üzerinde durur. Dionysos’un içerdiği anlamlar arasında hayvansı duyumsallığın öteden beri kuşku götürmez bir yeri vardır. Dionysos’un doğasındaki bu hayvansallığı en iyi simgeleyen, ditrambos şarkılarını okumayı üstlenen koronun, keçi maskları taşıması­dır. Zaten tragedya sözcüğü, keçi anlamına gelen “tragos” tan türemiştir.

Komedi türünden oyunlarda koro yine hayvan maskları taşır. Fakat bu kez oyunun içeriğiyle bağlantılı olarak değişik hayvanların maskları kullanılır. Örneğin Aristophahes’in Kuşlar oyununda koro kuş kılığındadır. Kurbağalar, Eşekarıları, vb. oyunlarda durum hangi hayvanı gerektiriyorsa koro onun kılığı içindedir.
Eski Yunan komedyası bugünün en açık saçık porno gösterisinin bile akıl edemediği müstehcenliklerle donatılmıştı. Bunun sınırlarını elimizde kalan metinler­den tam olarak kestirmek pek mümkün değildir. Çünkü erotik çağırışımlarm çoğu jest ve mimiklerde, oyuncuların giydikleri kostümlerde ve bütün olarak sahneleniş biçiminde bulunmaktaydı. Herkese açık olan tragedya temsillerinin ardından seyir­cinin kadın ve çocuklardan oluşan bölü­münün tiyatroyu terk ettiklerini, komedya temsillerinin bundan sonra salt erkek seyirci önünde başlatıldığını biliyoruz.

İnsanoğlunun tüm deli dolu, kaba saba yanlarının gözler önüne serildiği, kişilikle­rin en güçsüz yanlarının ortaya konduğu bu oyunlar, yüzeysel bir sahne etkisi yaratmakla yetinmiyor, tam aksine derin düşünsel boyutlara ulaşabiliyordu. Fakat bunu yaparken “grotesk” ve müstehcen unsurlardan alabildiğine yararlanıyordu. Aristophanes’in oyunları Eski Yunan komedyasından elimizde kalan başarılı örneklerdir. Günümüzde hâlâ sık sık oynanan Lysistrata, bu temsil biçimine özgü sahne erotizminden başka, içerik açısından da son derece duyarlı cinsel bir konuyu işlemektedir. Bu oyunda bir kentin tüm kadınları uzun süren savaşlardan bıktıkları için erkeklerine başka türlü söz geçiremeyeceklerini anlayıp cinsel greve girerler.

Lysistrata adında çok akıllı bir kadının önderliğinde girişilen bu hareket gereğince kadınlar barış ilân olunana dek kocalarını ve sevgililerini yataklarına almamaya yemin ederler. Erkeklerin şiddet uygulaması karşısında boyun eğmek zo­runda kalsalar da cinsel birleşmeyi onlar için alabildiğine tatsız kılmak üzere ellerinden geleni yapacaklardır. Lysistrata bu arada hemcinslerine şu öneride bulu­nur: “Düşünün bir kere evimizde oturuyo­ruz, süslenip püslenmişiz, soyunup üstü­müze sade bir örtü atmışız, yıkanıp tertemiz olmuşuz, erkeklerimiz gelmiş, yanıp tutuşuyorlar, tam yanımıza sokulur­larken olmaz diyoruz. Bakın o zaman barıştan yana olurlar mı, olmazlar mı!”

Akıllı kadınların tasarlayıp uyguladık­ları bu plan gerçekten çok kısa zaman içinde işlerliğini gösterir. Erkekler kadın­ların isteklerine boyun eğmek zorunda kalırlar. Bu sırada oyunun akışı içinde erotik açıdan etkili pek çok sahne yer alır.

Eski Yunan komedyasıyla ilgili en canh belgeleri oluşturan o çağın vazo resimle­rinde, oyuncuların giydikleri kostümün bir parçası olarak çok abartılı boyutlarda falluslar taşıdıklarını görürüz. Bunlar kırmızı deriden yapılarak kısa bir ceketin alt kısmına iliştirilmiş grotesk görünümlü organlardı. Fallus sadece bir kostüm ayrıntısı olmaktan öte, oyunun içinde anlamlı yerlerde kullanılan bir öğeydi. Eşekarıları ve Lysistrata komedilerinde ortada görünen erkekükorganından hatta organın sertleşmesinden so^edilişi/netinde bile yer alır. Daha ilerki çağlarda açık saçık ve edep dışı danslarından ötürü koronun komedyada yer alışına son verildi. Böyle­likle fallus da kullanılmaz oldu. Buna neden olan, beşinci yüzyılın sonlarına doğru komedya temsillerindeki aşırı müs­tehcenliğe karşı beliren bir tepkiydi.

Tiyatronun bereket yakarması tören­lerine uzanan kökenini anımsatan fallus, bu tarihten sonra ancak mecazlı bir bağlam içinde sahnede görüldü. Örneğin 16.-17. yüzyıllarda İtalya’da gelişen Commedia dell’Arte’de gerçek falluslar kullanılma­makla birlikte, erkek kostümlerinde cinsel organ bölgesinin özellikle bazı komik tiplerde olağanüstü abartılmış bulunduğu göze çarpar.

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ
kadın sitesi kategoriler