Hamilelikte ve Doğumda Karşılaşılan Sorunlar

Hamileliklerin ve doğumların büyük çoğunluğu sorunsuz geçse de olayların planlandığı gibi gitmediği zamanlar olabilir. Karşılaşabileceğiniz sorunların bir kısmı güncel tedavi yöntemleriyle birlikte bu bölümde verilmiştir.

Dış gebelik (ektopik gebelik)

Dış gebelik rahim içinden başka yerde gelişen hamileliktir, ingiltere’de 200 ha­milelikten l’inde görülmektedir. Bazı dış gebelikler sorunsuz bir şekilde “düşükle” sonuçlansa da, hamileliğin büyümesiyle fallop tüplerinin gerilerek yırtılma riski bulunmaktadır. Dış gebelik genellikle fallop tüplerinde görülür ama bazen yumurtalıklarda veya karın boşluğunda görülebilir.

Genel belirtiler hamileliğin ilk başlarındakilerle aynıdır; gebelik testi pozi­tiftir. Buna ek olarak vajinal kanama başlamadan önce ortaya çıkan bir karın ağrısı da görülür. Eğer doktorunuz dış gebelikten şüphelenirse sizi ultrasona gönderecektir. Burada rahim kalınlaşmış olsa bile rahim içinde hamilelik kesesi ol­madığı görülür ve ameliyatla alınabilir. Git gide daha çok hastane açık ameli­yata gerek kalmadan bu işlemi laparoskopiyle yapmaya başlamıştır. Eğer ekto­pik yırtılmamışsa ve HCG hormon oranı düşükse metotreksat ile tedavi edilmesi mümkün olabilir. Plasenta tümörlerinin en yaygını hidati­diform mollerdir.

doğumda karşılaşılan sorunlar

Tam ve kısmi moller vardır. Tam moller beyaz ırka mensup kadınlarda nadir görülür (her 1200-2000 hamilelikte 1) ama Güney Doğu Asya’da daha çok görülmektedir.

Moller, döllenme sırasında oluşan bir kazaya bağlı olarak babadan gelen hücrelerden kaynaklanır. Hamilelik ke­sesinde embriyo yoktur ama plasenta dokuları kontrol edilemez bir hızda ge­lişir ve ultrasonda üzüm salkımı şeklinde görünür. Mollerle birlikte ısrarcı vajinal kanama ve mide bulantısı da görülür ve rahmin boyutu âdet dönemlerinde bek­lenenden daha büyüktür. Tam mol, va­kaların ufak bir yüzdesinde invaziv kan­sere dönüşebilir ve özel tedavi gerektirebilir.

Kısmi moller daha yaygındır ve ge­nellikle kaçınılmaz veya tamamlanma­mış düşük şekline benzeyebilir. Kısmi mol, iki yerine üç set kromozoma sahip (TRİPLODİ) bir fetüs/embriyo içerir. Plasenta hücreleri şişer ve çoğalır ama tam molde olduğu gibi değildir. Kısmi mol rahimden alınan bir dokunun pa­toloji uzmanı tarafından incelenmesi ile düşükten ayrılabilir.

Miyomlar (fibroid)

Miyomlar rahim kası duvarında bulu­nan iyi huylu küdelerdir ve büyüklükleri küçük bir bezelye ile büyük bir kavun arasında değişiklik gösterebilir. Bunlara neyin neden olduğu tam olarak bilin­memektedir ama ailesel olmaya meyilli­dir ve daha çok Afro-Karayip kökenli kadınlarda görülür. Çoğu hamile kadın miyomlardan şikâyetçi değildir ama eğer embriyo, rahim boşluğunda çıkıntı ya­pan bir miyom üzerinde gelişirse erken düşük riski artar.

Yükselen östrojen seviyesi ve rahme giden kanın artması nedeniyle miyomların büyüklüğü hamilelik süresince ar­tar. Eğer miyomlarda kırmızı dejeneras­yon olursa (Miyoma giden kan kesilir, miyom kırmızılaşır ve ölür) geç düşük veya prematüre doğuma neden olabilir. Rahim boşluğuna zarar veren büyük mi­yomlar, prezantasyon ve duruş bozuk­luklarına neden olabilir. Miyomlar za­man zaman doğum kanalını tıkayarak vajinal doğumu engeller ama doğum sonrasında boyudan küçülür.

Rahim ağzı (serviks) yetmezliği

Hamilelik süresince rahim ağzı sıkı bir şekilde kapalıdır ve mukus tabakasıyla mühürlüdür. Yetersiz olan rahim ağzı, hamileliğin dördüncü veya beşinci ayında zarları ortada bırakıp kısalarak açılır, zarların yırtılması ve düşük riski oluşur. Bu durum nadir olarak görülür.

ORAK HÜCRELİ ANEMİ

Orak hücreli anemi, he­moglobin üreten protein zincirlerindeki kalıtsal bozukluktur. Üretilen alyuvar­ların şeklinde değişikliğe neden olarak, bu hücrelerin kan damarlarında rahatça dolaşmalarını zorlaştırır. Zarar gören al­yuvarlar parçalanırsa, hemolitik anemiye neden olur. Hücre parçacıkları kan da­marlarını tıkayarak felce, enfeksiyona ve kemiklerde, organlarda, göğüs ve ka­rında ağrıya neden olur. Orak hücreli anemiye sahip olan hamile kadınlar sü­rekli olarak orak hücre krizi geçirme riski altındadır. Bu, annenin hayatını teh­likeye atabilir, plasentanın fonksiyonunu ve fetüsün büyümesini etkileyebilir. Bu kişilerin, özel merkezlerde uzmanlar ta­rafından tedavi altına alınmaları gerek­mektedir.

TALASEMİ

Talasemi , başka bir he­moglobin anormalliği grubundandır. Alfa talasemi Güney-Doğu Asya’da yaygın­ken, beta talasemi genellikle Akdeniz ve Ortadoğu’da görülmektedir. Hastalığı taşıyan kişiler hamilelikte daha ciddi anemi geçirme riski altındadır. Beta tala­semi şiddetli anemiye ve kan sirkülasyonundaki aşırı demiri vücuttan atma prob­lemine neden olmaktadır. Bu yüzden bu kişilere folat tedavisi verilmesine rağmen  talasemi hastalarına kesinlikle demir takviyesi verilmemesi gerekmektedir.

ABO Uyuşmazlığı

ABO uyuşmazlığı, annesinin kan grubu 0 olan, kendi kan grubu A, B veya AB olan bebeklerde görülür. 0 grubu ka­dınlarda A ve B gruplarına karşı rutin antikorlar vardır ama plasentayı geçe­meyecek kadar büyüktür. Ancak, hami­lelikte bebeğin alyuvar hücrelerinden birkaçı annenin kan dolaşımına girer ve burada daha küçük bir anti-A veya B an­tikoru üretilmesini tetiklerse, bu yeni antikorlar da bebeğin kan dolaşımına geri girerek bebeğin alyuvarlarına saldı­rır. Eğer çok fazla alyuvar yok olursa bu, bebeğin doğumdan sonra sarılık olma­sına neden olabilir ve fototerapi veya kan değişimi tedavisi almasını gerektire­bilir.

Annede alyuvar antikorları

Doğum öncesi tetkikleriniz sırasında kan grubunuza bakılır ve alyuvarlarınıza karşı atipik antikor varsa bunlar not edi­lir ve size üzerinde bu bilgilerin olduğu ve doğum öncesi uzmanlarınıza göster­meniz gereken bir kart verilir. Alyuvar antikorları genellikle daha önceki bir kan nakli veya hamilelik nedeniyle gelişir ama doğal olarak da ortaya çıkabilirler. Herhangi bir enfeksiyona veya hastalığa bağlı olarak ortaya çıkmazlar ve sağlığa zararlı değildirler. Ancak bu antikorları hamilelikte öğrenmek çok önemlidir çünkü eğer size kan verilmesi gerekirse, “diğer kan grupları, Rh ve ABO’ın göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Buna ek olarak alyuvar antikorları bazen bebeğin alyuvarlarına saldırarak sarılığa neden olabilir.

Rhesus hastalığı

Rhesus faktörü (Rh) alyuvarların yüze­yinde bulunur. Üç eşli kısımdan oluşur -C, D ve E- bunlardan D en önemlisidir çünkü Rhesus izoimmünizasyonuna ne­den olabilir. Beyaz ırka mensup kişilerin yüzde 85’i D antijenine sahiptir ve bu kişilere Rhesus pozitif de­nir, diğer yüzde 15’lik kısım da Rhesus negatif olarak adlandırılır. Eğer Rh-ne-gatifseniz, Rh-pozitif bir bebek taşıyor­sanız problem doğabilir çünkü plasen­tayı aşarak bebeğin alyuvarlarını yok edecek antikor üretme riskiniz vardır, ilk hamileliklerde çok nadir rastlanan bir sorun olsa da doğum sırasında be­beğinizin Rh-pozitif kanıyla temas ede­rek antikor üretebilirsiniz ve bu da bir sonraki hamilelikte sorun yaşanmasına neden olabilir.

Rhesus hastalığı, Rh-negatif olan ka-• dınlara hamilelikte, kendi kan do­laşımına giren ve fetüse ait Rh pozitif alyuvarları temizlemek ve annede bulu­nan yok edici antikorların geHşimini dur­durmak için doğum sonrasında anti D enjeksiyonu yapılarak önlenebilir.

Ancak eğer bir sonraki hamile­liğinizde kayıt yaptırırken yapılan kan testinde antikor bulunursa hamileliğiniz süresince uzmanlar tarafından yakın kontrol altında olmanız gerekebilir. Ayda bir yeni kan tahlilleri yaptirmanız istenir ve bebeğiniz de anemi veya kalp yet­mezliği belirtilerine karşı yakından izle ve daha önceki bir doğum, rahim ağzına yönelik bir operasyon veya kürtaj sıra­sında rahim ağzının zarar görmesinden kaynaklanabilir. Eğer size rahim ağzı yet­mezliği tanısı konduysa, bir sonraki ha­mileliğiniz için rahim ağzının dikilerek hamileliğin sonuna kadar kapalı durma­sını sağlayan cerrahi bir işlem olan “ser-viks seklajı” yaptırmanız gerekebilir. Doğumdan birkaç hafta önce dikiş ke­silerek normal vajinal doğum yapılması sağlanır.

Venöz tromboembolizm

Kadınlarda hamilelikte veya doğum son­rasında pelvis veya bacak damarlarında kan pıhtısı oluşması ihtimali vardır. Ha­milelik sırasında ve doğum sonrasında, kişiyi aşırı rahim kanamasından koru­yan pıhtılaşma etkenlerinin artması ve antikoagülan etkenlerin azalmasından kaynaklanır. Venöz tromboembolizm (VTE) doğumların binde birinden azında görülür ama hamilelikte VTE ris­kini artıran etkenler vardır: 35 yaşın üze­rinde olmak, hareketsizlik, sigara içmek, obezite, cerrahi doğum, zaten var olan VTE, ailede VTE görülmesi, şiddetli va­ris, PREEKLAMPSİ, dehidratasyon, ORAK HÜCRE HASTALIĞI, annede enfeksiyon veya hastalık.

Tromboz genellikle alt bacakta bu­lunan derin damarlarda başlar ama sap­tanmadan önce femoral veya pelvis da­marlarına da yayılabilir. Kan pıhtısının bir kısmının koparak akciğerlere gitmesi ve oradaki ana kan damarlarından birini tıkaması ihtimali çok tehlikelidir. Buna pulmoner emboli (PE) denir; sadece 6000 doğumda 1 görülse de potansiyel olarak çok tehlikelidir. DVT veya PE belirtileri gösteren hamile bir kadın, teşhisin doğrulanmasını beklemeden derhal kan sulandırıcı ilaç tedavisine başlamalıdır.

DVT belirtileri arasında, kalça veya baldır kaslarında şişme ve ağrı, bölgesel kırmızılık ve bacakta hassasiyet, yürür­ken topuğa basarnama bulunur. DVT olduğu belirlendikten sonra elastik kom-presyon çorapları giymeniz ve ayağınızı tamamen heparine olana ve hassasiyeti geçene kadar yüksekte tutarak yatak is­tirahatı yapmanız gerekmektedir.

Pulmoner emboli belirtileri, nefes kesilmesi, göğüs ağrısı, öksürükle kan gelmesi, baygınlık, yıkılmayla birlikte DVT’nin tüm belirtileridir. Göğüs rönt­geni ve muayene PE olup olmadığını gösterebilir. PE kaynaklı ölümler iki ila dört saat içinde gerçekleştiği için acil olarak ciğerlerde ventilasyon-perfüzyon taraması ve bacakta çift taraflı Doppler taraması yapılması gerekmektedir. PE görülen kadınlara doğumdan sonraki 3-6 ay varfarin tedavisi verilebilir.

Gebelik İntrahepatik Kolestazı

Nadir görülen bir durumdur ama ha­mileliğin sonlarına doğru ölü doğum gibi ciddi komplikasyonlara neden ola­bilir. Ana belirtisi, özellikle avuç içle­rinde ayak tabanlarında safra tuzu bi­rikmesinin neden olduğu döküntüsüz  şiddetli kaşıntıdır. Kadınların ufak bir kısmı sarılık geçirebilir. Safranın düşük seviyede olması K vitamini emilmesinin azalmasına yol açar bu da annede ve be­bekte kanamaya neden olabilir.

Ursodeoksikolik asit tedavisi kaşın­tıların azalmasını sağlar ve karaciğer fonksiyon anormalliklerini azaltır, K vi­tamini tabletleri de kanın pıhtılaşmasını artırır. Hamileliğin ilerleyen zamanla­rında çıkabilecek komplikasyon riskini azaltmak için 37. veya 38. haftada doğumun uyarılması gerekebilir.

Anemi

Kanınızdaki alyuvarlar, vücudunuzda oksijen taşımaya yarayan hemoglobini (demire bağlı dört protein zinciri kom­pleksi) içerir. Hamilelik sırasında, ge­lişen bebeğin ihtiyaçları nedeniyle he­moglobin oranı düştüğü ve anne kanındaki sıvı içeriğinin artması he­moglobin miktarını seyrelttiği için an­nede hafif bir anemi görülebilir. Doğum öncesi süreçte hemoglobin düzeyiniz pek çok kere ölçülür. Eğer değerleriniz düşükse (10 gr/dl’ den azsa) teniniz so­luk görünür, kendinizi yorgun hisseder­siniz, nefes nefese kalabilir ve bayılabi-lirsiniz. Bu durumda demir ve folik asit takviyesine ihtiyacınız vardır. Hamile­likte görülen hafif demir eksikliği ane­misi bebeğe zarar vermez, bebeğiniz ih­tiyacı olan demiri sizin depolarınızdan alarak karşılar. Üç veya dört haftalık te­daviden sonra hemoglobin seviyesi an­mazsa, daha nadir görülen anemi ne­denlerini araştırmak için başka kan tesderi de yapılabilir.

Kan Basıncı (Tansiyon) Sorunları

Kontrol edilemeyen kan basıncı hem anne hem de bebeği için ciddi sorunlara neden olur. En yaygın türü hamileliğe bağlı olarak gelişen hipertansi­yondur – PIH (Preeklampsi veya toksemi) ama ön- I ceden yüksek tansiyonu olan veya böbrek hastalığı nedeniyle yüksek tansiyon hastası olan kişiler de risk altındadır.

PREEKLAMPSİ

Preeklampsi veya hamileliğe bağlı olarak gelişen yüksek tansiyon, hamileliklerin yüzde 5 ila 8’inde sorunlara neden olmaktadır. Çoğu hafiftirve ilk kez anne olan kadınlarda hamileliğin ikinci yarısında ortaya çıkarak doğumdan sonra kaybolur. Şiddetli görülen durumlar hamileliğin erken dönemlerinde ortaya çıkar. Diğerleri siz doğum yapana kadar or­taya çıkmayabilir veya doğumdan sonra çok az uyarıyla görülebilir.

Doğum öncesi takipler, doğum ve doğum sonrasında, annede ortaya çıkabilecek preeklampsi belirtilerine karşı kontrol edilir. Klasik belirtiler, yük­selen kan basıncı, çevresel ödem (Ellerde, ayak­larda ve bacaklarda şişme) ve idrarda protein gö-rülmesidir. Preeklampsinin tek tedavisi bebeğin doğmasıdır. Eğer bebek daha tam olarak gelişme-mişse, anneye tedavi uygulanarak bebeğin rahim içinde biraz daha büyümesi için beklemek mümkün olabilir.

Hafif preeklampsinin bebeğin büyümesi ve sağlığı üzerinde belirli bir etkisi olmayabilir. Ama plasentaya kan akışı ve plasentanın işlevi bozul­duğunda, bebeğin Rİ6G (rahim içi gelişme geriliği) ve oksijen sıkıntısı (hipoksi) çekme riski vardır. Pre­eklampsi görülen hamileliklerde fetal büyümenin düzenli ultrasonla ve Dopplerle kan akışının izlen mesi günümüzde yaygındır ve doğum için doğru zamanın belirlenmesinde önemli rol oynar. Şid­detli PIH görülen annelerde bebeğin prematüre doğması, ablasyo plasenta ve rahim içi ölüm gö­rülme riski vardır.

Hamile olmayan kadınlardaki normal kan ba­sıncı 130/90 mm civandır. Ama hamilelikte ölçülen kan basınçları kişiden kişiye ve hamileliğin aşa­malarına göre değişiklik gösterebilir. Yine de pre­eklampsi riski değerlendirilirken doğum öncesi zi­yaretlerde alınan notların kan basıncı ölçüm kayıtlarıyla karşılaştırılmasında fayda vardır.

Hafif PIH-Kan basıncı 140/100’e çıkar, hafif ödem ve temiz idrar vardır. Kadın kendini iyi his­seder ama eğer kan basıncı yükselmeye devam ederse oral anti-hipertansiyon ilaçları alması ge­rekebilir.

Orta PIH- Kan basıncı 140/100’ü aşar, ödem ve idrarda protein görülür. Kadınların çoğu hasta­neye yatırılarak kan basıncı kontrol altına alınır ve bebeğin durumuna bakılır.

Şiddetli PIH- Kan basıncı 160/110’u geçer ve idrarda aşırı protein bulunur. Yüzde, kol ve bacak­larda ani şişme ile birlikte kilo alımı görülür. Kan ba­sıncını düşürmek ve genellikle damardan anti-hi­pertansiyon ve sakinleştirici ilaç gerektiren konvülsiyonların başlamasını önlemek için derhal tedavi başlatılması, ardından bebeğin acil olarak, genellikle sezaryen ile doğurtulması gerekmektedir.

Preeklampsinin nedenleri kesin olarak bilin­memektedir. Sorun ailede görüldüğü için genetik bir unsur olduğu kesindir. Preeklampsi daha çok ilk kez anne olanlarda, ikiz ve diyabetik hamileliklerde ve daha önceden hipertansiyonu veya böbrek has­talığı olan kişilerde görülür.

Hastalığın aynı zamanda kötü beslenme ve vitamin eksikliğiyle birlikte ortaya çıktığı görül­mektedir. Bozuk inflamatuar bir tepki oluştuğunu gösteren birçok özellik ve preeklampsinin annenin bağışıklık sisteminde plasentaya ve bebeğe karşı anormal bir tepkiye neden olduğunu gösteren ka­nıtlar bulunmaktadır.

ESANSİYEL HİPERTANSİYON

Esansiyel yüksek tansiyon hamileliklerin yüzde 1 ila 3’ünde görülür ve genellikle 35 yaş üzeri kadınlarda daha sık rastlanır. 20. haftadan önce kan basıncı­nın 140/90’dan daha yüksek seyretmesi olarak ta-| nımlanır, hamilelikten önce teşhis edilebilir veya do­ğum öncesi ilk kontrolde belirlenebilir. Çoğu kişi l zaten önceden anti-hipertansiyon ilacı almaya ; başlamış ve bir doktor tarafından inceleniyor ola-I cağı için hamilelikte doz ayarlamaları yapılabilmektedir.

EKLAMPSİ

Eklampsi belirtileri koma ve konvülsiyondur ve ge­nellikle tedavi edilmemiş PIH’ın veya PIH ile birlikte görülen esansiyel hipertansiyonun son aşama­sında ortaya çıkar. Bu hastalıkta, annede kasılan tüm kan damarları, bebeğin kan ve oksijen alımını keserek böbrek, karaciğer ve beyinde fonksiyon bozukluklarına yol açtığı için, kadın doğum ala­nında, anne ve bebek için hayati tehlike arz eden acil bir durum olarak görülmesine rağmen artık ge­lişmiş ülkelerde eklampsiye çok daha nadir rast­lanmaktadır. Derhal annenin uyarılan beyni sakin-leştirilmeli, kan basıncını düşürmek için gerekli önlemler alınmalı ve kaçınılmaz olarak bebek se­zaryen ile doğurtulmalıdır.

İyileşme ve Danışmanlık

Hamileliğin herhangi bir aşamasında be­bek kaybetmek çok yıkıcı bir deneyim ola­bilir Hepimiz acıya farklı tepkiler verip acıyla farklı şekilde başa çıkarız ama konu bebek kaybı olunca bu büyük acının aşamaları, yas tutma ve toparlanma çok uzun sürebi­lir ve bunları aşmak için hiçbir kısa yol yok­tur, ilk aşama istisnasız olarak şok, inan­mama, hissizlik, karışıklık ve bazen de inkârı içerir. Daha sonra suçluluk.üzüntü, depres­yon ile birlikte kızgınlık aşaması ve endişe­nin fiziksel belirtileri olan uykusuzluk ve iş­tah kaybı ortaya çıkar. Zamanla büyük acı yerini derin bir kaybedi­len bebeğe özlem gibi duygular ortaya çıkar. Sonunda olanları kabullenirsiniz, bu duy­gusal acınızı tamamıyla dindirmese de, olaylarla daha kontrollü bir şekilde başa çıkabi­lecek duruma gelirsiniz, iyileşme döneminde desteğe ihtiyacınız olacaktır ve bu destek ai­leniz, arkadaşlarınız, hastane çalışanları, doktorunuz, aynı şeyleri yaşamış anne ba­balar, yerel veya ulusal destek grupları gibi çeşitli kaynaklardan gelebilir. Çoğu kadın doğum bölümü, sizi çocuk kaybı alanında uzman danışmanlara yönlendirebilir.

Ölü doğum ve neonatal ölüm

Ölü doğum 20. gebelik haftasından sonra anne karnında bebeğin ölmesi de­mektir. Hamilelik sırasında belirlenen ciddi bir doğumsal anormallik nede­niyle önceden tahmin edilebilir, ama ölü doğumların yüzde 50’si bir uyarı ver­meden gerçekleşir.

Anne bebeğin hareket etmediğini söylediğinde bundan şüphelenilebilir. Teşhis, ultrasonda fetüsün kalp atışı ol­madığının görülmesiyle doğrulanabilir. Doğum genellikle bebeğin ölümünden birkaç gün sonra kendiliğinden başlar, ama doğumun en kısa zamanda olması için uyarılması da tercih edilebilir, bazen kadınlar bebeklerini sezaryen ile do­ğurmayı tercih etmektedir. Eğer doğum yedi gün içerisinde gerçekleşmezse, do­ğumun uyarılması tavsiye edilmektedir çünkü zaman geçtikçe rahimde fetal doku kalmasından kaynaklanan ciddi kan pıhtılaşma sorunu yaşayabilirsiniz.

Yüksek riskli hamileliklerde ölü do­ğum görülme oranı artar. Ancak, anne­nin sağlık koşullarında ve beslenme­sinde olan gelişmeler, yüksek tansiyon, diyabet, gelişme geriliği, kolestaz ve Rhesus hastalığı gibi sorunların doğum öncesinde izlenmesi sayesinde ölü do­ğum büyük oranda azalmaktadır.

Intrapartum inceleme sayesinde do­ğumun hemen öncesinde ölü doğum çok nadir görülür, ama genellikle büyük ablasyo plasentayı (plasenta ayrılması) takiben ortaya çıkar. Ayrıntılı bir otopsi yapılmasına rağmen ölü doğumun ne deni her zaman anlaşılamayabilir, bu da anne babayı daha da üzer.

Neonatal (yenidoğan) ölüm (NND) bebeğin doğduktan sonraki dört hafta içerisinde ölmesidir, bebeklerin 1000’de 3 ila 4’ünü etkiler ve çoğu ilk haftada ha­yatını kaybeder. Neonatal ölümlerin yüzde 25’inde bebekte ciddi genetik veya kromozom bozukluğu veya kalp­ten kaynaklanan yapısal bir sorun vardır. Bu ölüm erken prematüre doğum veya doğum sırasında fetal sıkıntı veya as-fiksi ile birlikte görülebilir. Eğer bebek dört haftadan sonra ölürse buna (in-fant) bebek ölümü denir.

Önceleri beşik ölümü olarak bili­nen ani bebek ölümü sendromu (ABÖS) 1600 bebekten birinde görülen nadir bir durumdur ama prematüre do­ğan, ciddi gelişim geriliği olan erkek be­beklerde ve çoğul doğumlarda daha sık görülmektedir.

Hamileliğin sonlandırılması (erken ve geç)

Fetüse bağlı anormallik nedeniyle hami­leliği sonlandırma kararı  vermek hiç kolay değildir. Eğer kendinizi bu sıkıntılı durum içerisinde bulursanız, seçenekleriniz ve neler olacağı hakkında bilgi almanız önemlidir ve hastalarım bu konunun pek çok hamilelik kitabında yeterince açıklanmadığını söylüyorlar. Hamileliğin 12. haftasından önce son­landırma işlemi cerrahi olarak veya ilaç­larla gerçekleştirilebilir, ama 12. haftadan sonra doğumu ilaçlarla uyarmak ve fe tüsü vajinal doğumla çıkarmak daha gü­venlidir. Cerrahi müdahale genel anes­tezi altında, kişi bilinçsiz olduğu için çok çabuk ve ağrısız bir yöntem olan va­kumlu enjektör kullanılarak rahmin te­mizlenmesini içerir. Operasyondan son­raki hafta biraz vajinal kanama olabilir ve büyük ihtimalle enfeksiyonu önlemek için size antibiyotik verilecektir.

ilaçlı müdahalede iki ilacın karışımı kullanılır: ilki tek doz oral projesteron antagonistidir (antihormon tableti), ikin­cisi ise genellikle 48 saat sonra vajinal fi­til olarak verilen prostaglandindir. Pros-taglandin ağız yoluyla da verilebilir ama bu mide bulantısına neden olabilir. Va­jinal fitiller sonlandırma işlemi bitene kadar belirli aralıklarla tekrarlanır, ge­rekli doz hamileliğin ne kadar ilerlemiş olduğuna göre değişir. Ancak vajinal ka­nama ve karın krampları ilk fitil yerleşti­rildikten önce veya sonra başlar ve ço­ğunlukla fetüs 24 saat içinde vücuttan atılır. Sonlandırma işleminden sonra olu­şabilecek rahatsızlıklar için size ağrı ke­sici verilecektir, sonlandırmadan sonra hafif vajinal kanama görülmesi normal­dir.

Eğer hamilelik dokularının bir kıs­mının kaldığından şüphelenilirse, anes­tezi altında cerrahi kürtaj uygulanması gerekebilir ama genellikle buna ihtiyaç kalmamaktadır.

Doğum Sonrası Dikkate Alınması Gereken Kurallar

Doğumdan sonraki günler ve haftalar genellikle ufak sorunlarla atlatılır. Bunlarla ilgili genel bilgiyi Doğumdan Sonra Hayat  adlı bölümde vermiştim ama bu kısımda annede görülebilecek komplikasyonlar ve yeni doğan bebeklerde görülebilecek sorunlar üzerinde duracağım.

Doğumla İlgili Sorunlar

Doğumdan sonraki günlerde veya haftalarda görülebilen bu sorunlardan herhangi birine ilişkin bir belirti gördüğünüzde hemen yardım almanız çok önemlidir. Birkaç tanesi uzman yardımı gerektirse de, bu sorunların çoğu geçicidir ve düzgün tedavi ile çabucak çözülebilir.

Puerperal pireksi (lohusalık ateşi)

Lohusalık veya doğum sonrası pi­reksi, annenin ateşinin doğumdan sonraki ilk günden 10. güne kadar 38° C veya üstü olması durumudur ve genellikle enfeksiyon kaynaklı­dır. Hastanelerdeki hijyen, kadın doğum bakımı ve enfeksiyon kont­rolü sayesinde doğum sonrası en­feksiyon oranı yüzde 3 ‘e inmiştir ve çok nadir olarak hayati tehlike arz eder. Enfeksiyonun en çok görül­düğü bölge rahim (endometrit) ve perine bölgesidir, ama idrar yolu ve göğüs enfeksiyonları da sıkça gö­rülmektedir. Tromboembolizm de doğum sonrası ateşe ne­den olabilir ve göğüs ve yara enfeksiyonlarında olduğu gibi ço­ğunlukla sezaryen ameliyatı sonra­sında ortava çıkmaktadır.

Rahim Enfeksiyonu

Bu durum çoğunlukla rahim ağzı veya vajinadaki enfeksiyonların yukan doğru çıkmasıyla oluşur. Organizmalar pla­senta yatağını ve endometriyal boşlukta kalan plasenta veya zar parçalarım sarar. Eğer loşi kötü kokmaya başlarsa veya karının alt bölgesinde bir ağrı ve hassa­siyet hissederseniz, büyük ihtimalle en­dometrit olmuşsunuz demektir. En kısa zamanda teşhis edilerek, Fallop tüple­rine zarar vermesi ve tekrar hamile kal­makta zorluk çekilmesi gibi kompli-kasyonlardan kaçınmak için tedavi edilmesi çok önemlidir.

Doktorunuz dahili bir muayene ya­par ve test etmek için vajinal örnekler alır. Eğer muayene rahimde doku kal­dığını işaret ederse (rahim ağzı yan açık, rahim genişlemiş, hassas ve ıslaksa) an­tibiyotiğe başlamanız ve kalan dokulan alabilmek için rahim boşaltma işlemi yapılması önerilecektir. Kimse yeni do­ğum yapmış bir kadına çok çok gerekli olmadığı takdirde genel anestezi ver­mek istemediği için muayene bulgula­rını doğrulamak için bir de ultrason yapılacakür.

İDRAR YOLU ENFEKSİYONU

Doğum sırasında sonda takılan veya doğumu zor geçen kadınlarda idrar yolu enfeksiyonu sıkça görülmektedir. Doğumdan sonra ateş çıkması duru­munda ebeniz hemen idrar örneği ala­rak tahlile yollamak ve antibiyotiğe baş­lamalıdır. Tedavi bitiminden sonra, idrar tahlili yapılarak enfeksiyonun ta­mamen geçip geçmediğine bakılmakdır.

MASTİT (MEME İLTİHABI) Her kadın göğüslerine süt dolmaya başladığı için bir derece göğüs şişliği geçirir. Göğüsler şişer, sert ve ağrılı olur ve ateş yükselir. Neyse ki emzirme başladıktan bir iki gün sonra sorun kendiliğinden geçer. Ancak eğer ateşi­niz yükselirse ve kendinizi iyi hisset­mezseniz, göğüslerinizin, bölgesel veya parça kırmızılıklar ve endurasyon (sertleşme) belirtilerine karşı muayene edilmesi gerekebilir. Bu duruma mas­tit denir ve süt kanallarından biri tı­kandığı ve tıkanıklığın olduğu alanda biriken süt kolayca enfeksiyon kapa­bildiği için çok ağrılı olabilir. Bebeği­nizin ve sizin cildinizde bulunan stafi-lokok organizması meme ucundaki çatlaktan veya yaradan göğüs doku­suna yayılır.

Erken teşhis edildiğinde antibiyo­tikler, hafif ağrı kesicilerle ve emzirerek sütün akmasını sağlayarak veya basıncı azaltmak için sütü boşaltarak kolayca tedavi edilir. Ama eğer mastit çabuk bir şekilde teşhis ve tedavi edilemezse, göğüs apsesine dönüşebilir. Yüksek ateş ve kırıklığa ek olarak göğüslerini­zin birinde, iltihaplı bir yumru olabilir, bu yumrunun hastanede cerrahi olarak açılarak boşaltılması gerekecektir.

Perine bölgesine ilişkin sorunlar

Vajinal doğum yapan kadınların orta­lama yüzde 50’si dikişlidir. Eğer do­ğumdan sonraki haftalarda perine zonklamaya başlarsa, iltihaplı bir gö­rüntüsü veya akıntı varsa ebenize veya doktorunuza başvurmanız gerekir. Yara enfeksiyonu geçiriyor olabilirsi­niz ve bu sorun etkili antibiyotiklerle kolayca geçirilebilir. Bazen iltihaplı bölgedeki baskıyı azaltmak ve yaraya daha kolay ulaşıp iyice temizleyebil­mek için dikişlerden birkaç tanesi alı­nabilir. Travmatik vajinal doğumun ardından, vajina duvarlarına hematom (kan oturması) veya kan toplanması meydana gelebilir. Ağrının dind^il-mesi, kanayan bölgenin dikilmesi ve enfeksiyon oluşmasını önlemek için bunlarm cerrahi müdahale ile alınması gerekmektedir.

Bazı kadınlar haftalar boyunca epizyotomi yaraları ve perine yırtıkları ile ilgili sorun yaşayabilirler ama bunu kendinize saklamanın bir faydası ol- | maz. Doktorunuz veya ebeniz sizi muayene ederek enfeksiyon olup ol­madığına bakabilir. Rahatsızlığı gider­mek için ultrasonla fizik tedavi yap­mayı önerebilirler. Kadın doğum bölümü sizi doğum sonrasında perine, barsak, mesane ve vajina sorunlarını içeren konularda yardımcı olabilecek kadın doğum alanında uzman fizyote­rapistlere yönlendirebilir.

İdrar tutamama

Vajinal doğum yapan kadınlarda, be­beğin başmm doğum kanalında iler­lemesinin yaptığı baskı nedeniyle me­sane boynunun esnemesi ve aşağı doğru inmesinden kaynaklanan hafif ve geçici idrar tutamama rahatsızlığı görülebilir. Bu genellikle kendini fi­ziksel tepki sonrasında gösterir, yani gülme, öksürme, hapşırma veya ani hareketler yaptığınızda az miktarda idrar kaçırabilirsiniz.

Pelvik taban egzersizleri mesane kontrolünüzü kazanmanıza yardımcı olur, bu egzersizlere ne kadar erken başlarsanız o kadar faydasını görür sünüz. Ama eğer bu egzersizleri dü­zenli yapmanıza rağmen sorun devam ediyorsa ve yaşam biçiminizi engelle­yecek derecede ise (Sürekli sızıntı varsa, dışarıda tuvalet bulamayacağı­nızdan veya altınıza kaçıracağınızdan endişe ettiğiniz için evden çıkmıyor-sanız) doktorunuza görünmeli ve bir uzmandan yardım almalısınız.

Gayta tutamama

ikinci evresi uzayan ve geniş epizyo­tomi yarası bulunan bir vajinal do­ğumdan sonra bazı kadınlar barsakla-rını kontrol etmekte zorlanabilir. Bu sorun doğumdan sonra yapılan pel­vik taban egzersizleri ile çözülür. Ama nadir durumlarda kişide tam gayta tu­tamama gelişir ve kişi hiçbir şekilde barsaklarını kontrol edemez. Bu du­rum anal sfinkter ve rektal deri yırtıl­ması nedeniyle olabileceğinden uzman yardımı gereklidir.

Anemi (Kansızlık)

Doğumdan sonra görülen semptoma-tik anemi, aşırı kan kaybı (Uzayan do­ğum, ameliyatlı doğum ve doğum son­rası kanamada daha yaygındır) veya hamilelik sırasında kötü beslenme, de­mir emilimi zorluğu, ikiz hamilelik veya art arda hamile kalındığı durum­larda annedeki demir depolarının bit­mesine bağlı olarak gelişir. Şiddetli gö­rüldüğü vakalarda kan nakli gerekebilir ama folik asit takviyesi ye­terli olacaktır. Tedaviye en kısa za­manda başlanmalıdır.

Bebeklerde Görülen Sorunlar

Bu sorunların çoğu doğumdan hemen sonra, hastanede yapılan muayene ve altıncı hafta kontrollerinde saptanır. Ama yarık dudak ve yarık damak bazen ultrasonda görülebilir ve eğer hamilelik sırasında bebeğiniz gelişim sorunları yaşıyorsa fetal alkol sendromundan şuphelenilebilir.

Serebral palsi (SP)

Serebral palsi küçük çocuklarda, be­yindeki bir veya daha fazla bölgede meydana gelen hasar sonucu görülen hareket, kas gücü, duruş, konuşma, görme ve duymada bir dizi anormal­lik olarak tanımlanır. SP, 400 çocuk­tan birini etkiler ve prematüre do­ğum, RIGG ve enfeksiyon gibi sorunlarla karşılaşılan hamileliklerde daha yaygındır. Beynin hasar gören kısmına bağlı olarak üç tür SP vardır ve bu hastalığa sahip çocuklarda ge­nellikle iki veya daha fazla türün bir­leşimi görülür. Serebral palsiyi belir­lemek için yapılan doğum öncesi bir test yoktur.

Fetal alkol sendromu

Hamilelik sırasında devamlı alkol kul­lanımı, alınan alkol miktarına bağlı olarak fetüse teratojenik (erken) ve toksik (geç) zarar verebilir. Fetal alkol sendromunun (FAS) bulguları, RIGG, doğum sonrası gelişememe, sinir sistemi hasarları ve çocukluk ça­ğında gelişim bozukluğudur. Dikkat eksikliği bozukluğu, dil öğrenmede gecikme ve hafif-orta zihinsel gerilik zamanla ortaya çıkar. Yüzde görülen özellikler arasında mikrosefali, yassı burun kemeri, yüzün orta bölümü­nün gelişmemesi, kısa kalkık burun ve ince üst dudak bulunur. FAS ingilte­re’de her 750 bebekten en az birinde görülür ve öğrenme zorluğunun önemli ve önlenebilir nedenlerinden bir tanesidir.

Patolojik sarılık

Bazen yenidoğan sarılığı, kan grubu uyuşmazlığından kaynaklanan anemi, karaciğer ve tiroit hastalığı veya alyuvarları güçsüzleşti-rerek daha kolay parçalanmalarına neden olan kalıtsal enzim bozulduğu gibi ciddi sorunların varlığına işaret olabilir. Nadir görülen bu sarılık şe­killerine patolojik sarılık denir ve ge­nellikle fototerapi ve hatta kan nakli tedavisi gerektirir. Şiddetli veya be­beğin çok prematüre olduğu durum­larda, karaciğerdeki aşırı bilirubin se­viyesini azaltmak için ilaç verilebilir.

Yarık dudak ve damak

Fetüste üst dudağın ve damağın (ağız çatısı) gelişimi yüzün orta hattındaki dokuların bir araya gelmesiyle olu­şur. Bebeklerin 750’de Tinde olduğu gibi bu gelişim tamamlanamadığında dudakta (tavşan dudak) ve/veya da­makta bir yarık meydana gelir. Bu bo­zukluk doğum öncesi ultrasonlarda tespit edilebilir. Yarık damaklı be­bekler beslenmede zorluk çekerler, damaktaki kemikli çatı eksikliği, emme ve yutmayı engeller ve dolayı­sıyla boğulma riski ortaya çıkar. Do­ğumdan sonra düzeltici ameliyat planlanabilir. Yarık dudak genellikle üçüncü ayda kapanır ama yarık da­mağı ameliyat edebilmek için en az 12. aya kadar beklemek ve tam olarak geliştiğinden emin olmak gerekmek­tedir.

Pilor darlığı

Her 1500 yeni doğan bebekten birini etkileyen bu bozukluk erkeklerde daha yaygın olarak görülmektedir. Midenin altı ve ince barsak arasın­daki pilor kaslarının kalınlaşmasıyla oluşur. Yemek biriktikçe mide, yiye­cekleri üst bağırsağa göndermek için güçlü bir şekilde kasılır. Sorun do­ğumdan hemen sonra beslenme sıra­sında veya beslenme sonrası ısrarcı kusmayla kendini gösterir. Bunun so­nucunda bebek acıkır ve huysuzlanır, su kaybına uğrar ve kilo kaybeder. Pilor darlığı karın muayenesinde ka-sdmış mideyi hissederek teşhis edilir ve ultrason ya da baryum içilerek çe­kilen röntgenle doğrulanır. Kası gev şetmek için yapılan acil ameliyat so­runu tamamen ortadan kaldırır.

Göbek fıtığı (umbilikal fıtık)

Bu rahatsızlık göbek kordonunun be­beğin karnına girdiği yerdeki karın duvarı kaslarının zayıflamasıyla olu­şur. Bebeğin göbeğindeki ufak çıkın­tıda barsakların bir kısmının görül­mesi yaygındır. Afro-Karayip bölgesindeki bebeklerde yüksek oranda olmak üzere bebeklerin yüzde 10’unda görülmektedir. Genellikle zaman içinde kendiliğinden kapanır.

Kasık fıtığı (inguinal fıtık)

Kasık bölgesinde bulunan alt karın duvarındaki zayıflıktır ve doğum son­rasında inguinal kanalın kapanama-ması nedeniyle oluşur, yeni doğan be­beklerin yüzde 3’ünde görülür ve genellikle çift taraflıdır. Hamilelik sı­rasında erkek bebeğin testisleri in­guinal kanaldan geçerek skrotuma ulaşır. Testisleri olmamasına rağmen, kızlarda da inguinal kanal bulun­maktadır ve onlarda da fıtık görülme olasılığı vardır.

Fıtıklar daha çok prematüre olan, KİSTİK FİBROZ görülen bebek­lerde ve İNMEMİŞ TESTİSleri olan erkek bebeklerde görülür. Çıkıntı içe­risindeki dokular karın boşluğuna iti-lebildiği takdirde endişelenmeye ge­rek yoktur. Ama bazen fıtığın içine barsak kıvrımı sıkışarak barsaklan tı kar. Sıkışmış fıtıklar acil ameliyat ne­denidir. Barsaklan kurtarabilmek ve karın duvarı bozukluğunu onarabil-mek için derhal müdahale edilmelidir.

Hipospadias

Bu yaygın anormallik her 500 erkek bebekten birinde görülür, idrar ka­nalının açılma noktası penis başının ucunda değil alt tarafında bulunur. Penis aşağı doğru kıvrılabilir ve sün­net derisi (yani prepuce) örtülü gibi görünür. Bazen idrar kanalı açılma noktası skrotumun çok arkasında veya penisin üst tarafında (epispa-dias) bulunur. Bir yıl içerisinde iyi­leştirici ameliyat yapılabilir.

İnmemiş testisler

Yeni doğan bebeklerin 125’te l’inde görülür. Vakaların yüzde 15’inde her iki testis de inmemiştir. Çoğunlukla testisler dokuzuncu ayda kendiliğin­den iner ama eğer bu zamandan sonra da sorun devam ederse bu testis kan­serine, sperm üretme bozukluğuna ve kısırlığa yol açabilir.

Kapalı anüs

Anüsün açılma noktası ince zarlarla mühürlü olduğu için ya da rektum ve anal kanal arasındaki geçidin geliş­memesinden (anal atrezi) dolayı anüs kapalıdır. Hamileliğin sonuna doğru (»bebeğin alt bağırsağı şişer ve bu ult-rasonda görülebilir. Doğum sırasında tüm bebekler incelenir ve eğer gere­kirse düzeltici ameliyat yapılır. Kalça çıkığı

Doğuştan gelen bu bozukluk rutin do­ğum sonrası kontrollerde her 200 bebekten birinde görülmekte­dir. Kızlarda, sol kalçada, çoğul hami­leliklerde, makat gelişli doğan veya Down Sendromu veya NÖRAL TÜP DEFEKTI görülen bebeklerde daha yaygındır.

Eğer kalça çıkıksa, kalça eklemi dengesizdir ve dizler kalçalara doğru kıvrıldığında ve bacaklar dışa doğru çevrildiğinde tıkırtı sesleri gelecektir. Sorun ortopedik manipülasyonla ve ilk aylarda kalçayı sabit tutmak için takılan atel ile çözülebilmektedir.

Çarpık ayak

Bu durumda bebeğin ayakları içeri doğru çarpıktır (equino varus) ve ayak tabanları birbirine dönüktür. Çok nadir olarak ayakların dışa doğru dönük olduğu (calcaneo varus) durumlar da olabilir. Çarpık ayak hamilelik sıra­sında yapılan ultrasonda teşhis edile­bilir, sorun genellikle aileseldir.

En hafif şekli hamilelik sırasında ayakların anormal pozisyonda olmasından kaynaklanır ve genellikle doğumdan birkaç ay sonra kendiliğinden düzelir. Ancak eğer ayaklar kolayca doğru pozisyona getirilemiyorsa, dü­zenli fizik tedavi ve bebeğin yürüyüşü­nün düzelebilmesi için aylarca düzeltici atel takması gerekebilir. Çok ciddi durumlarda yıllar içerisinde pek çok kez ameliyat yapılması gerekebilir.

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ
kadın sitesi kategoriler